Uzun İhsan Efendi’nin DüşüBir süredir inceleme yazmıyordum. Bunun sosyal, siyasal ve ekonomik sebeplerine girmeden önce inceleme yazmak isteyen fakat eli bir türlü kaleme gitmeyen birini düşledim. Kitap okuma ve inceleme amacıyla bir araya gelen bir toplulukta neden eskisi kadar inceleme yazılmadığını, içerikten görselliğe doğru gidişi ve rüzgârın nereden estiğini anlamaya çalıştım. Pencereler açıktı, perdeyi araladım. Kalemi elinden düşen birini değil. Eli inceleme yazmaya gitmeyen fakat elinde kalem olan birini gördüm.
İnceleme yazacağını sandığım bu fâni, ömrü hayatında kitaplara dair güzel bir ortam arayışında, tam arzuladığı yeri bulduğunu sanırken (Darphanenin altında), altının ve dahi bilumum kıymetli metanın okumadan daha fazla değer gördüğünü görür. Venedik Duka’larının tedavülde olduğu, yapay zekâ, algoritma, tıklanma oranları ve reklam kavramının henüz literatüre girmediği zamanlarda kendini sorgulamaya başlar, bu karanlığın ve boşluğun başlangıcıdır. İnsan için olduğu söylenen her şey, insani olanın yok sayıldığı bir yere doğru hızla koşmaktadır. Yaşamanın ne olduğundan emin değildir artık ve söylediği şu söz kafasının karışık olduğunu gösterir. “Sen okuyasın diye değil, yaşayasın diye.”
Yaşamak nedir, ben kimim diye sormaya başlar kendi kendine. İlk önce kavramlar hakkında düşünmeye başlar. Aslında kendisi düşünmemektedir. Bunları düşünen birini düşlediğini görür. Ama orası biraz karışık. Kimin düşündüğünün de bir önemi yoktur aslında. Belki Uzun İhsan Efendi, belki mahallenin bekçisi, belki de biz.
Post-modern anlatım böyle bir avantaj sunmaktadır. Bir şey söylemek zorunda olmamak, söylemiyor görünmek ve böylece söylemek. Kesin ifadeler yerine belki demek için boşluklar bırakmak. Soru işareti oluşturduktan sonra okurun ne hâli varsa görsün, demek.
Bu düşten daha iyisi olmadığı için mevcut koşullarda yine de yazma hevesi devam etmektedir fâninin. Kurgunun ve dilin ön planda olduğu yeni bir dünya arayışı, sessiz bir başkaldırı ister. Bunun için ilk önce bütün ön yargıları kırmalı, gerçeklik ve varoluşu, düşünmeyi, düşünme felsefesini, hakikatin ne olduğunu sorgulatıp bir boşluk hissi oluşturması gereklidir. Edebiyatın imkânlarını da kullanarak en gizli görünen teşkilatın en görünen yerde olması gerektiğini de bilir. Sürekli filozoflara, felsefeye, Aristo’nun Fizik eserine göndermeler yapar. Bunları yaparken sürekli koynundaki kitaba bakar ve orada geçen bir cümle yeni kapılar açar önünde.
Uykuyla uyanıklık arasında geçen uzun bir zamandan sonra Mehdi, Dabbetül Arz, Yecüc Mecüc, Varoluşçuluk ve felsefeyi birlikte harmanlayarak yeni bir gerçeklik koyar ortaya. Ayakları yere basan bu gerçeklik Uzun İhsan Efendi’nin düşlerinden ve düşüncelerinden ibaret yeni bir dünyadır. Yazdığı incelemenin tutarlı olması için fizik, mühendislik, saatçilik, kurgu ve polisiyenin tüm imkânlarından yararlanır. Özellikle boşluk, karanlık, ayna ve hız imgelerini ustalıkla işler. Aynaya baktığı zaman kimse kendini görmez. Kendinin ne anlama geldiğini görür. “Ölüler nasıl ki ışığı göremezlerse, yaşayanlar da karanlığı ölüler kadar iyi göremezler.”
İncelemenin başında ve sonunda bekçi, uyuyan adam ve mahalledeki yangın vardır. Eser boyunca çerçeve anlatımdan faydalanarak okura birçok dünya göstermiş ve başladığı yere dönmüştür. Bu yolculuk sırasında alkol bağımlısı Kubelik’ten kumarhaneci Gazanfer’e, uyuyamayan çocuk Alibaz’dan Lağımcı Vardapet’e, Efrasiyab’dan altı kez üzerine yıldırım düşen Dertli’ye kadar birçok karakter eserin değişik bölümlerinde yerini alır. Efrasiyab’ın oğlunun adının Efrasiyab oluşu, Uzun İhsan Efendi’nin dayısının Arap İhsan oluşu, Bünyamin’e yeni isim verilirken yine Bünyamin’in seçilmesi hep post-modern numaralardır. Bu yönüyle karakterlerinin çoğunun adının Nuri olduğu Gölgesizler eserini hatırlatır.
Yazısı bittiğinde geri çekilip bakar eserine. Atlas tamamlanmış görünmektedir. Bölüm başlarındaki zamanlar arası geçişlere özellikle dikkat etmiştir. Bir bölümde yarım bırakılmış gibi duran hikâye ve kahramanlar ilerleyen bölümlerde yerini bulmuş ve taşlar yerine oturmuştur. İnsanlar gibi. Çünkü “ biz taşlar kadar güçlü, bir o kadar da cansızdık.”
İkinci okuyuşundan sonra adı geçen fâninin böyle bir inceleme yazdığı söylense de ben inandırıcı bulmadım. Linke tıklayıp kontrol ettim, her şey bir düşten ve karanlıktan ibaretti.