Daha büyük acılara hazırlanıyordum hep, sevdiklerimi kaybetmem benim içimde nasırlaşmış bir
kabuktu, çoğu sadece kabuk olarak kaldı. Kimi o kabuğu göre göre üstüne bastı, kimi ezdi, kimi
kabuğumla oynadı, kanattı. Her yaradan içeriye birer sonda girecektir ve kemikteki çürüğe kadar
dayanacaktır dedim. Nefes darlığım sık sık kalbimde kesinti oluşturuyordu, belki bir ölümün
yaklaştığı anda yazıyordum bunları.
İç sesim en büyük saadetimdi, ruhum her şeyi anlıyordu. Tüm oyunları, tüm maskeleri. Beni
okyanus okyanus gezdiren bir ruhun gemisiyle dalga dalga gidiyordum, tüm yaşantım gözlerimin
önünden geçiyordu. Sadece ve sadece iki damla yaş ve sevdiklerim.
Dünyanın en büyük kaybı buydu evet; iki damla yaş ve sevdiklerim.
Görülecek, işitilecek, tadılacak, okunacak, yazılacak, yapılacak o kadar çok şey birikiyor ki
içimde, bundan sonra hayatımın bütün bunlara yetişmeyeceğinden korkuyordum, insanların iç sesime
ve kalbime zarar vermesinden, kabuğumu kanatmalarından duyduğum korkuyu unutmak için verdiğim
bu savaş bu acı kanıma karışmıştı, hissediyordum.
Sonra La Bruyere’nin bir sözü geldi aklıma: Yaşam boyunca bazen bizden saklanan öyle değerli
zevkler, öyle tatlı verilmiş sözler vardır ki, bunların bize bağışlanmasını en azından dilemek bile çok
doğaldır. Ancak erdem yoluyla bunlardan vazgeçildiğini bilmekle geride bırakılabilir bu büyük
çekicilik.
Kalbimin bunca acısına ve nefes darlığıma, içimde akan kana, beynimdeki prangaya, çektiğim
bunca kedere ve tüm sevdiklerime, iki damla gözyaşıma rağmen ben erdemi seçmiştim.
Ve tüm erdemimle her şeyden vazgeçmiştim.
Her canlı huzurlu olma yeteneğine az ya da çok sahipti, her canlı huzura doğru ilerlemeliydi.
Ve tüm erdemimle ilerledim...