Gönderi

Bir diğer önemli ve daha güncel gelişme ise Nobel Ödüllü ekonomist Elinor Ostrom’un çalışmalarında karşımıza çıkıyor. Ostrom’un araştırmaları hem merkeziyetçi yapıların hem de özelleştirme gibi piyasa mekanizmalarının herkesin faydalanmasını gerektiren ortak kıt kaynak durumlarında çözümsüz kaldığını, bu yöntemler yerine kendi kendine organize olabilen grupların nasıl böylesi sorunlara çözüm bulabileceğini göstermekteydi. Yani yüzyıllarca sadece merkeziyetçi karar ile piyasa mekanizmaları arasında seçim yapmak zorunda kalan ekonomistlere Ostrom aslında bir başka çözüm yolu olduğunu gösteriyordu. Ostrom özellikle doğa, ormanlar, denizler, su kaynakları vesaire gibi insanlığın ve gezegenimizin geleceği için en elzem konuların çözümünde ümit vadettiği için son derece önemliydi. Öncelikle Ostrom’un çalışmalarına ilham veren bir makale ile konuyu ele almamız gerekiyor. 1968 yılında (…) ekolojist Garrett Hardin’in bir makalesi Science dergisinde yayınlanıyor. Hardin makalesinde özet olarak şöyle bir tablo çiziyor: “Herkese açık bir mera hayal edin. Her çobanın, ortak alanlarda mümkün olduğu kadar çok sığır tutmaya çalışması beklenebilir. Kabile savaşları, kaçak avlanma ve hastalık hem insan hem de hayvan sayısını toprağın taşıma kapasitesinin çok altında tuttuğundan, böyle bir düzenleme yüzyıllarca makul ölçüde tatmin edici bir şekilde çalışabilir. Ancak nihayet hesaplaşma günü, yani uzun zamandır arzu edilen toplumsal istikrar hedefinin gerçeğe dönüştüğü gün gelir. Bu noktada, müştereklerin doğasında var olan mantık acımasızca trajedi yaratır. (…) Akılcı çoban, izlemesi gereken tek mantıklı yolun, sürüsüne başka bir hayvan eklemek olduğu sonucuna varır. Ve bir tane daha... Ama bu, müşterekleri paylaşan her rasyonel çobanın ulaştığı sonuçtur. Orada da işte trajedi oluşur. Her insan, sınırlı bir dünyada, sürüsünü sınırsızca büyütmeye zorlayan bir sisteme kilitlenir. Yıkım, ortak varlıkların özgürlüğüne inanan bir toplumda her biri kendi çıkarlarının peşinde koşan tüm insanların koştuğu bir varış noktasıdır. Bir müşterekteki özgürlük herkese yıkım getirir.” Ostrom’un çalışmaları merkeziyetçi tepeden inme yapıların bu paradoksa çözüm bulamadığını gösteriyordu. Böyle sistemlerde karar vericilerin sistemin dışında olması ya da kendilerini sistemin dışında görmeleri, kendilerinİ aynı kural ve sonuçlara tabi görmemeleri gibi olgular önemli faktörler olarak ön plana çıkmıştı. Keza aynı çalışmalar özelleştirme gibi piyasa çözümlerinin de fayda vermediğini gösteriyordu. Özellikle piyasa oyuncularını asıl motivasyonlarının kaynakları korumaktan çok paydaşlarına maksimum fayda sağlamak olması, yani ekonomi teorisindeki klasik agency sorunu, piyasa mekanizmalarını neden çözüm olamadığını net bir şekilde açıklıyordu. Tabii Ostrom’un asıl başarısı bu işlevsel olmayan kuramlar yerine yeni bir yöntem önermesi idi. Kendi mensupları arasında kendi kendini organize edebilen ve benzer diğer insan toplulukları ile işlevsel olarak iş birliği içinde çalışabilen toplulukların mümkün olduğunu ve ancak böyle bir düzende insanlığın önündeki belki de en önemli sorunların çözüm bulabileceğini müjdeliyordu. Böyle toplulukların işleyişi için de Ostrom’un emprik çalışmaları çok net bir yöntem ile özetlenebiliyordu. Ostrom, 1965’te tamamladığı doktora tezi ve devamında yaptığı diğer araştırmalarını 1990’da yayımladığı ve ekonomi kuramında çığır açan “Governing The Commons” başlıklı makalesinde bir araya getirdi ve son yirmi yıldır belki de kendi alanında en çok referans alan bu makale “Ostrom Yasası” olarak özetlenen bir yaklaşımı literatüre kazandırdı. – Kapsayıcılık, Rıza Kadılar (29)
·
110 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.