Gönderi

Dağın Yamacındaki Büyüleyici Manastır: Sümela Sabahın ilk saatleri, puslu hava eşliğinde servis aracımızla yola çıktık. Sümela Manastırı’nı ilk defa göreceğim için çok heyecanlıydım. Araç yavaş yavaş Trabzon Maçka’ya doğru hareket ederken ben solumdaki camdan Trabzon’u seyrediyordum. Gözlerimin önünden evler, apartmanlar, dükkanlar, okullar, fabrikalar, sığ ağaçların olduğu dağlar geçip gidiyordu. Hiçbir anını kaçırmamak için gözlerimi dört açmış gördüklerimi hissederek izliyordum. Sümela Manastırı’na yaklaştığımızda tur rehberimiz manastır hakkında bilgiler vermeye başladı. Manastırın adı Latince bir kelime olan ve karadağlar anlamına gelen Orasmelas’tan gelmekteymiş. Bu kelime zamanla soumelas, sumela ve en son haliyle sümela olmuş. Kilisenin yapım yılının MS 365 ile 395 arası olduğu söyleniyormuş. Karadeniz rumları arasında anlatılan rivayete göre; Atina’lı Barabas ile Sopronios adındaki iki keşiş aynı rüyayı görmüşler. Rüyada Hz. İsa’nın öğrencilerinden Aziz Luka’nın yaptığı Meryem’in bebek İsa’yı kollarında tuttuğu ikonun, bir dağa doğru uçarak konduğunu görmüşler. Bu rüya üzerine biri Atina’dan öteki ise İstanbul’dan yola koyularak bu dağı bulmak için Trabzon’a gelmişler. Trabzon limanında karşılaşan iki keşiş birbirlerine rüyalarını anlatmış. Birbirleriyle aynı rüyayı gördüklerini öğrenen keşişler Sümela’yı beraber bulup kilisenin ilk temellerini atmışlar. Başka bir rivayete göre kilisenin inşasını manastırdaki fresklerde yer alan Trabzon İmparatoru III. Aleksios (1349-1390) yapmış. Osmanlı İmparatoru Fatih Sultan Mehmet’in kilise hakkında bir fermanı bulunmaktaymış. Ayrıca Yavuz Sultan Selim, Trabzon’daki şehzadelik yıllarında manastıra üç kollu şamdan hediye etmiş ve kütüphane bölümlerini inşa etmiştir. Zaten kayıtlara göre manastırın en büyük mimari gelişimi Osmanlı döneminde gerçekleşmiştir. Tur rehberimiz bunlara benzer bilgileri bize özet geçerken aracımız da Sümela Manastırı’na epeyce yaklaşmıştı. Vardığımız yerden sonra özel araçların geçişi yasaktı. 50 TL civarı bir ücret karşılığında ring aracıyla Sümela Manastırı’na geçmemiz gerekiyordu. Ücretlerimizi ödeyip 16 kişilik grubumuz eşliğinde ring aracına bindik. Yol dağların eteklerinden kıvrım kıvrım geçiyordu ve gittikçe tepeye doğru yükseliyorduk. Sağımızda uçurumlar, karşımızda sık yemyeşil ağaçlarla kaplı yüksek dağlar. Ring aracımız varış noktasına geldiğinde araçtan indik. Bundan sonraki yolu yürümemiz gerekiyordu. Rehberimizin dediğine göre Harry Potter ve Yüzüklerin Efendisi’ni sevenleri, o filmlerin atmosferine götürecek taşlı, uzun ve manastıra doğru çıkan bir patika yol bekliyordu. Gerçekten de patikadan yürüdüğümde tıpkı rehberin de dediği gibi kendimi o atmosferin içerisinde hissediyordum. Sol tarafımda yükseklere doğru çıkan dağın yamaçları ve ağaçlar görünüyordu, sağımda ise karşıdaki yeşil dağlar ve uçurum, ayaklarımın altında ise taşlı patika yol… Şehirden, keşmekeşten ve kalabalıklardan uzak manastıra doğru yürüyorduk. Kuş ve böcek sesleri, rüzgarın ağaçların yaprakları ile buluştuğunda çıkardığı hışırtı sesleri dört yanımızı sarmıştı. O esnada aklıma Sümela Manastırı’nın neden bu kadar yükseğe yapıldığı sorusu takıldı. Kendimce cevaplar bulmaya çalışırken bir yandan da zihnimde geçmişe gitmeye ve eski zamanlarda buradan kiliseye doğru giden keşişleri ve insanları hayal etmeye çalışıyordum. Bence kalabalıklardan uzaklaşmak ve bizim için Allah olan onlar için Tanrı olan yaratıcıya daha yakın olmak için bu dağın tepesine yapmışlardı Sümela Manastırı’nı. Zihnimde bu cevabı verdikten sonra anlatılan rivayeti de sorgulamıyor değildim. Sonuçta bir rivayetti ve kesinliği yoktu. Taşlı patika yolun sonuna geldiğimizde bizi 100- 150 metrelik taşlarla yapılmış bir merdiven bekliyordu. Onu da geçtikten sonra manastırın girişine geldik. Müze kartım olduğu için herhangi bir ücret ödemeden ve bizim kafileden hızlıca ayrılarak manastırın kapısına doğru çıkan yüksek, taşlı merdiveni heyecanla tırmanmaya başladım. Her bir taşına dokunup o tarihi dokuyu hissederek kapısından içeri girdim. Kapıdan içeri girer girmez merdivenlerin bu sefer de aşağıya inmekte olduğunu gördüm. Merdivenlerin hemen sağında, üstünde kütüphane yazan küçük, kutu gibi odaya girdim. Odaya girdiğim ilk anda zamanı kendimce durdurmaya çalıştım. Bekledim, bekledim ve bekledim. Odada bulunan her şeyi detaylıca, titizlikle ve hiçbir ayrıntısını kaçırmadan inceliyordum. Odaya küçük bir kapıdan giriyordunuz, kapıdan girer girmez hemen karşınızda duvarın içine doğru yapılmış, tepesi kubbeli bir boşluk görüyordunuz. Solunuza döndüğünüzde ise sizi tarihin derinliklerine doğru sürükleyen bir şömine, şöminenin sağında ve solunda bulunan, karşı dağlara ve uçuruma bakan iki pencere görüyordunuz. O sırada yine zihin yoluyla kendimce geçmişe gitmeye çalışıyordum. Orada bulunup kitap okuyan öğrenci veya keşişlerin şöminenin hemen önünde bulunan masada kitap okuyuşlarını hayal ediyordum. Sonrasında Sümela Manastırı’nın birçok bölümünü gezecek olmama rağmen beni en çok etkileyen oda kütüphane odası olacaktı. Odadan çıkıp diğer bölümleri gezmeye başladım. İçinde manastırın eski fotoğraflarının olduğu geniş bir odaya geldiğimde bir çiftle tanıştım. Jandarma emeklisi bir adam eşiyle beraber Trabzon’u gezmeye gelmişlerdi. Bol bol muhabbet ettik. Hem geziyor hem sohbet muhabbet ediyor hem de yaşlı çiftten Sümela Manastırı hakkında yeni bilgiler ediniyordum. Dikkatimi özellikle çeken bir diğer bölüm ise mutfak bölümü oldu. Yere doğru inen derin bir yapı, duvarda bulunan koca fırın deliği ve sağda solda bulunan o döneme ait bölmeler. Bir yandan seyrederken diğer bir yandan da zihnimde tarihin eski dönemlerinde burada yaşayan insanların buraları nasıl kullandıklarını ve hangi yemekleri yaptıklarını tamamlamaya çalışıyordum. Mutfaktan çıktıktan sonra mutfağın hemen ilerisinde bulunan manastırın içindeki ana kilise bölümü tadilatta olduğu için oraya giremedik. Biz de -ben ve yaşlı çift- mağaranın içine doğru hareket ettik. Mağaranın tavanında ve duvarlarında Hz. İsa, Hz. Meryem ve havarilerin hayat hikayelerini anlatan kocaman freskler vardı. Freskleri incelerken jandarma emeklisi olan amca fresklerle alakalı ilginç bir bilgi verdi. Buranın civarlarında bulunan yöre halkı, duvarlarda resmi olan kutsal kişilerin yüz kısımlarını sert bir cisimle kazıyarak toz haline getirip suya katarak şifa niyetine içiyorlarmış. Enteresan! Mağarayı da inceledikten sonra şapelleri, öğrenci ve rahip odalarını gezmeye başladık. Rahip odalarını gezerken bu defa jandarma emeklisi amcanın eşi, odanın tavanına yapılan is bölmeleri hakkında bilgiler vermeye başladı. Odanın sağında ve solunda bulunan iki delik vardı. Bu delikler o dönemin aydınlatma araçları olan mum veya kandiller için yapılmıştı. Bunlardan çıkan is o deliklerden girerek tavandaki bir diğer deliğe kadar geliyor ve sıvı halinde oraya asılan bir cisme doğru akıyordu. Akan bu is mürekkep olarak kullanılıyordu. Orayı da detaylıca gezdikten sonra manastırın meydanı gibi görünen boş alana gelip oturmaya başladık. Yaşlı çift aceleleri olduğunu söyleyerek gittiler. Ben de kameramı alarak çekilmeye değer olan ne varsa çekiyordum. Biraz zaman geçtikten sonra tur rehberimizin ikazıyla gitme zamanımızın geldiğini anladık. Çıkışa doğru giderken ayaklarım geri geri gidiyordu. Bir daha hiç gelmeyecekmiş gibi Sümela Manastırı’nın her yerini hafızama kaydetmeye çalışıyordum. Son bakışımı attıktan sonra kapıdan yavaş yavaş çıktım ve aşağı ring aracanın olduğu yere patika yoldan gitmeye başladım. Gün yavaş yavaş biterken heybemde güzel anılar ve dimağımda tarihi bir tatla ring aracına bindim. Bir dahaki yazıda görüşmek dileğiyle, hoşçakalın! - Geziden bir hafta sonra, Trabzon Üniversitesi. 26.04.2024
·
99 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.