Gönderi

NUR RİSALELERİNDE İTİKADİ MESELELER
ÖLÜLERİN TASARRUFU "Özellikle, Allah adamı Hz. Abdülkadir, Gavs-ı A'zam, "ol" der "olur" dairesinin kutbu..."(1) "Hazret-i Mevlânâ (Halid-i Bağdadi) (K.S.) Hindistan'dan Tarik-ı Nakşîyi (Nakşi tarikatını) getirdiği vakit, Bağdat dairesi, Şah-ı Geylânî'nin (K.S.) ba'delmemat (ölümünden sonra), hayatta olduğu gibi tasarrufunda (idaresinde) idi. Hazret-i Mevlâna'nın (K.S.) tasarrufu cây-ı kabûl göremedi. Şâh-ı Nakşibend'le (K.S.) İmam-ı Rabbâninin (K.S.) ruhaniyetleri Bağdad'a gelip Şah-ı Geylâníî'nin ziyaretine giderek rica etmişler ki: Mevlânâ Hâlid (K.S.) senin evladındır, kabûl et. Şah-ı Geylani (K.S.) onların iltimasını (ricasırı) kabûl ederek Mevlâna Hâlid'i kabûl etmiş. Ondan sonra birden Mevlânâ Hâlid (K.S.) parlamış...?"(2) "Hazret-i Şeyhin vefatından sonra hayatta oldukları gibi tasarrufları ehl-i velâyetce kabûl edilen üç evliya-yı azîmenin en âzamı o Hazret-i Gavs-1 Geylânî'dir."(3) "...mematında (ölüyken) dahi hayatındaki gibi dâimî tasarrufu bulunduğu tasdik edilmiş olan bir kahraman-ı velâyet..."(4) "Hazret-i Ali (R.A.) o mûcizevâri kerametiyle ve Hazret-i Gavs-ı A'zam (K.S.) o hârika keramet-i gaybiyesiyle sizlere, bu sırr-ı ihlâsa binaen iltifat ediyorlar ve himayetkârâne teselli verip hizmetimizi mânen alkışlıyorlar. Evet, hiç şüphe etmeyiniz ki, bu teveccühleri ihlasa binaen gelir. Eğer bilerek bu ihlası kırsanız, onların tokadını yersiniz. (Onuncu Lem'adaki şefkat tokatlarını tahattur ediniz.)(5) "...ruhânîleri alem-i ervahtan (ruhlar âleminden) gönderip beşer sûretine (insan şeklinde) temessül ettiren (göründüren), hatta ölmüş evliyaların çoklarının ervahlarını cesed-i misaliyle (misali bedeniyle) dünyaya gönderen bir Hakim-i Zülcelal..."(6) Hatta Seyyid-üş-şüheda olan Hazret-i Hamza Radıyallahü Anh, mükerrer vakıatla (defalarca gerçekleştiği üzere) kendine iltica eden (sığınan) adamları muhafaza etmesi.. ve dünyevî işlerini görmesi ve gördürmesi çok vakıatla, bu tabaka-i hayat (hayat tabakası) tenvir (aydınlatılmış) ve isbat edilmiş."(7) Nur Risaleleri'nde sarf edilen bu sözlere ancak "ilâh, ulûhiyet, ulûhiyet tevhidi ve şirk" konularını işleyen kitaplarla cevap verilebilir. Bizim burada yapabileceğimiz, zikredilen konulara ancak kısa bir giriş mahiyetinde olacaktır. Şüphesiz ki; işleri evirip çevirmede, yönetmede, âlemlere tasarrufta yüce Allah'ın hiçbir şeriki (ortağı) yoktur. O, şöyle buyurur: "Allah, her şeyin yaratıcısıdır. O, her şeyin yöneticisidir." (Zümer, 39/62) "Bilmedin mi ki, göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı, yönetimi, mülkiyeti) yalnız Allah'ındır. Sizin için Allah'tan başka ne bir koruyucu, ne de bir yardımcı vardır." (Bakara, 2/107) "Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Allah, her şeye kadirdir." (Al-i İmrån, 3/189) "Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Yaşatan, öldüren odur. Sizin için Allah'tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır." (Tevbe, 9/116) "Göklerin ve yerin mülkü (ve yönetimi) onundur. O, bir çocuk edinmemiştir, mülkünde ortağı yoktur. Her şeyi yaratmış, ona ölçü ve düzen vermiştir." (Furkan, 25/2) Bu mealde Kur'an'da pek çok ayet vardır. Şah Veliyyullah şirki şöyle tanımlar: Şirk, Allah'a mahsus olan sıfatlardan herhangi birini, münezzeh ve yüce Allah'tan başkasına isnat etmektir. Bu sıfatlar KÜN FE YEKÜN ("ol" der olur) ile tabir edilen irade ile âlemde tasarruf etmek, yahut hastaya şifa icadı, rızkını daraltacak yahut öfke sebebiyle onu hasta yapacak, yahut bedbaht edecek derecede bir şahsa lånet etme ve gücenme, öfkelenme, yahut bir şahsa rızkını genişletecek, bedenine sağlık verecek, kendini mes'ut kılacak derecede rahmet etmek gibi sıfatlardır.(8) Yüce Allah şöyle buyurur: "Gökleri ve yeri hak (ve hikmet) ile yaratan odur. 'Ol' dediği gün, oluverir. Sözü haktır..." (En'äm, 6/73) "Biz bir şeyi(n olmasını) istediğimiz zaman, söyleyeceğimiz söz, sadece ona 'ol' dememizdir, derhal oluverir." (Nahl, 16/40) "Bir işi yapmak istedi mi ona sadece 'ol' der, (o da) olur." (Meryem. 19/35) İşte bu ayetler, "KÜN FE YEKÛN = OL DER OLUVERİR dairesinde" sözün ve kudretin, şeriki olmayan yüce Allah'a ait olduğunu göstermektedir. Nur Risaleleri'nde, sadece Allah'a ait olan bu sıfatla kulları da vasıflandırılmıştır. Öldükten sonra peygamberlerin bile, ümmetleri üzerinde herhangi bir tasarrufları söz konusu değildir. Hiçbir ortağı olmayan yüce Rabbimiz şöyle buyurur: "Allah, elçileri toplayacağı gün: 'Size ne cevap verildi?' der. 'Bizim bilgimiz yok, gizlileri bilen yalnız sensin' derler." (En'am, 6/109) Razî, bu ayetin tefsirinde der ki: Onlar şöyle demek istemişlerdir: "Bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Bizim bildiğimiz, ancak onların bize, biz hayatta iken vermiş oldukları cevaplardır. Biz, vefat ettikten sonra, onların ne yaptıklarını bilemiyoruz. Ceza ve mükafat, insanın hatimesine (son anına) göredir. Onların hatimesi ise, bizce malům değildir." İşte bundan dolayı peygamberler, "Bizim hiçbir bilgimiz yok. Şüphesiz gaybları hakkıyla bilen sensin" demişlerdir.(9) Allah Tealâ şöyle buyurmuştur: "Ve yine Allah demişti ki: Ey Meryem oğlu İsa, sen mi insanlara: 'Beni ve annemi, Allah'tan başka iki Tanrı edinin' dedin? 'Hâşâ, dedi, sen yücesin, benim için gerçek olmayan bir şeyi söylemek bana yakışmaz. Eğer demiş olsam, sen bunu bilirsin, sen benim nefsimde olanı bilirsin, ben senin nefsinde olanı bilmem, çünkü gaybları bilen yalnız sensin, sen! Ben onlara: Benim Rabbim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin diye senin bana emretmiş olduğundan başka bir şey söylemedim. Ben onların içinde olduğum sürece onları kolladım, fakat sen beni vefat ettirince onları gözetleyen yalnız sen oldun. Sen her şeyi görensin!" (En'am, 6/117) İmam Buharî bu ayetin tefsirinde şu hadisi zikreder: İbn Abbas (r.a.) şöyle demiştir: Resulullah (sa.v.) bir hutbe verdi de: "Ey insanlar! Şüphesiz sizler (kıyamet gününde) Allah'ın huzuruna yalın ayaklı, çıplak ve erlik yerleriniz sünnetsiz olarak toplanacaksınız." buyurdu. Bundan sonra şu ayeti okudu: "O gün göğü, yazı tomarlarını dürer gibi toplarız. İlk yaratmaya başladığımız gibi onu iade ederiz. Üzerimize söz; biz bunu mutlaka yapacağız." (Enbiya, 21/104) Ve şöyle devam etti: "Kıyamet günü yaratıklardan ilk elbise giyecek olan kişi İbrahim'dir. Dikkat edin! Şu muhakkak ki, o gün ümmetimden bir takım adamlar getirilir de, onlar tutulup sol tarafa götürülürler. Ben hemen: 'Ya Rab, onlar benim sahabîlerimdir!' derim. Bana: 'Şüphesiz sen, onların senin ardından dinde ne bid'atler çıkardıklarını bilmiyorsun.' denilir. Buna cevaben ben de, Allah'ın salih kulu (Meryem oğlu İsajnun dediği gibi derim: 'Ben içlerinde bulunduğum müddetçe üzerlerinde bir kontrolcü idim. Fakat sen, beni vefat ettirip içlerinden alınca, üstlerine görüp gözetici yalnız sen oldun...' Yine bana: 'Şüphesiz bunlar, sen kendilerinden ayrıldığından beri ökçeleri üzerine basarak geri dönmüş mürtetlerdir.' denilir."(10) İmam Müslim'in rivayet ettiği bir hadiste de, Hz. Peygamber (s.a.v.): - Kardeşlerimi görmek isterdim, buyurmuş. Sahabîler de: - Biz senin kardeşlerin değil miyiz? diye sormuşlar. Peygamberimiz: - Siz benim arkadaşlarımsınız. Kardeşlerim ise benden sonra gelecek, beni görmedikleri hâlde bana inanacak olan insanlardır, cevabını verdi. Sahabîler: - Ey Allah'ın Resulü! Ümmetinden henüz dünyaya gelmemiş olanıları nasıl tanırsın? diye sordular. Hz. Peygamber de: Düşünün, bir adamın siyah yağız atlar arasında ayağında ve alnında beyazlık bulunan bir atı olsa, atını tanımaz mı? diye karşı bir soru sordu. Onlar da: Evet, tanır ey Allah'ın Resulü, cevabını verdiler. Peygamberimiz devamla buyurdu ki: Onlar, aldıkları abdestten ötürü alınları ve ayakları parlar bir vaziyette gelirler. Ben, havuz başında onların önünde bulunacağım. Haberiniz olsun, yitik devenin sürüldüğü gibi bir takım insanlar havuzumdan sürülüp uzaklaştırılacaklar. Ben onlara: 'Hey, buraya gelin!' diye sesleneceğim. Bana: 'Senden sonra onlar da (inanç ve amellerini) değiştirdiler.' denecek. Ben de: 'Uzak olun! Uzak olun!' diyeceğim.(11) Görüldüğü gibi, vefat ettikten sonra ulu'l-azm peygamberlerin bile, ümmetlerinin murakabesi ile ilgili durumları böyleyken, Nur Risaleleri'nde ise değil peygamberler, evliya bile öldükten sonra murakıp ve mutasarrıflığa devam ettirilmiştir. Allah Tealâ şöyle buyurur: "Ancak işitenler (çağrıya) icabet eder. Ölülere gelince; Allah onları diriltir, sonra ona döndürülürler." (En'âm, 6/36) "Allah'tan başka yalvardıkları hiçbir şey yaratamazlar, zaten kendileri yaratılmışlardır. Onlar ölüdürler; diri değil. Ne zaman dirileceklerini de bilmezler." (Nahl, 16/20-21) Mevdudî bu ayetin tefsirinde der ki: Burada insanların koştukları ortakları reddederken kullanılan kelimeler, bun- ların melekler, cinler, şeytan veya putlar değil; ölmüş peygamberler, azizler, şehitler, ulu ve olağanüstü insanlar olduklarını göstermektedir. Melekler ve şeytanlar diridirler, o hâlde "onlar ölüdürler, diri değil" ifadesi onlar için geçerli değildir. "Onlar ne zaman diriltileceklerini de bilmezler" ifadesinin taştan, tahtadan yapılmış putlar için kullanılmış olması da söz konusu değildir. "İslâm öncesi Arabistan'da bu tür soyut ilâh kavramının olmadığı" gibi bir itiraz, itiraz eden kişinin o dönem konusunda tarih bilgisinin eksikliğini gösterir. O dönemde Arabistan'da peygamberlere, azizlere kutsiyet atfeden Yahudi ve Hristiyanların bulunduğu bilinmektedir. Arap müşriklerinin taptığı ilâhların çoğunun insan olduğu ve öldükten sonra putlarının yapıldığı da bir gerçektir. İbn Abbas'tan rivayet edilen bir hadise göre "Ved, Suva, Yeğus, Ye'uk ve Nasr büyük insanlardı, kendilerinden sonra gelen insanlar onları ilâh edindi." Hz. Aişe (r.anha)'den rivayet edilen diğer bir hadise göre ise; Asaf ve Naile adlı putlar birer insandı. Lât, Menat ve Uzza ile ilgili de buna benzer hadisler vardır.(12 Esasen, insanların ilâh edindiği şeye dua etmesine, ondan yardım dilemesine sebep olan düşünce, şüphesiz ki onun tabiat kanunları üzerinde hükmünü geçirme- ye ve tabiat kanunlarının nüfuzu haricinde bir kuvvete malik olduğunu kabul etmeye götüren düşüncedir.(13) Hak Tealâ şöyle buyurur: "Darda kalmış kişi dua ettiği zaman yardımına kim yetişiyor da sıkıntıyı gideriyor ve sizi yeryüzünün halifeleri yapıyor? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var? Ne kadar az düşünüyorsunuz..." (Neml, 27/62) Ayet ve hadisler, Nur Risaleleri'nde "Cenab-ı Hakk'ın, ruhları âlem-i ervahtan dünyaya gönderip beşer suretine temessül ettirmesi, hatta ölmüş evliyanın birçoğunun ruhlarını dünyaya cesed-i misaliyle göndermesi" şeklinde ifade edilen iddia konusunda da bizi aydınlatmaktadır. اِنَّ اللّٰهَ لَا يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِه۪ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذٰلِكَ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا بَع۪يدًا ** Şüphesiz ki Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun (şirkin) dışında kalanları dilediğine bağışlar. Kim de Allah’a şirk koşarsa (geri dönüşü zor) uzak bir sapıtmayla sapıtmış olur. ** (4/Nîsa, 116) 1- Barla Lahikası, 234. 2- Sikke-i Tasdik-ı Gaybí, 15-16. 3- Sikke-i Tasdik-ı Gaybi, 180. 4- Sikke-i Tasdik-ı Gaybi, 187. 5- Rehberler, 261; Lem'alar, 162. 6- Mektubat, 54. 7- Mektubat, 6. 8- Dihlevi, Fevzu'l-Kebir, 6. 9- Râzî, Tefsîr-i Kebîr, 9/275. 10- Buhari, Tefsir, 113/147. İmam Buhârî, hadisin Kitâbu'l-Enbiya'daki rivayetinde şunu ekler: Kabisa: "Onlar, Ebu Bekir zamanında dinden dönen mürtetlerdir. Ebu Bekir onlarla harbetti" demiştir. 11- Müslim, Tahåre, 12/39. 12- Mevdûdi, Tefhimu'l-Kur'an, 3/19. 13- Mevdüdi, Kur'an'a Göre Dört Terim, çev. Osman Cilacı-İsmail Kaya, Beyan Yayınları, 20.
Sayfa 477Kitabı okudu
1 plus 1
·
187 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.