Gönderi

264 syf.
·
Not rated
·
Read in 7 days
Gerçekten gerçek bir roman
Toplumların konfor alanından çıkması yüzyıllardır zorlandıkları bir mesele olagelmiştir. Din, mezhep, ideoloji gibi kültür vasıtalarına dair yeni bakış açıları geliştirmek, bu bakış açılarına dair yeni teoriler üretebilmek de haliyle her toplumun üstleneceği bir durum değildir. Bu yüzden gelişime açık olmayan beyinlerin türediği bir toplumda, yenileşmeden ve bunlara ayak uydurmaktan söz etmek pek mümkün olmaz. Olsa bile yenilikten çok buna karşı verilen mücadeleler daha ön plana çıkar tarihte. Tanzimat Fermanı, asırlardır köklerini sarmış bir devletin temelinden sarsıldığını kabul ettiği ve bunu tüm dünyaya duyurduğu resmi bir belge olma özelliği taşır. Kabul görülmüş yasalarına, merkezi otoritelerine karşı daha yüksek bir otoritenin varlığını kabullenmeyi ve buna uyma zorunluluğunu gözler önüne serer. Başta siyaset ve ekonomi olmak üzere Osmanlı'nın pek çok alanda yenileşme çabasına girdiğini ve desteğini diğer devletlerden karşılama girişiminde bulunduğunu görürüz. Bu girişimlerin edebiyat dünyasına yansımaması elbette mümkün değildir. Yaşanan ve yaşanması mümkün olan; ihtimali olmasa bile yaşanabilir hissi veren her şey, edebiyatta hayat bulabilir. Tanzimat Dönemi niçin iki kuşaktan oluşup birbirinden farklı nitelikler taşır sorusuna verilecek pek çok cevap mümkün olsa da, yazarların mizaç ve karakterleri, yaşadıkları toplumu ve insanını anlama biçimlerine baktığımızda temel farkı burada görebiliriz. Bir öğretmen edasıyla halkını bilinçlendirme çabasının yerini zamanla ferdi hislerle mücadele almaya başlar. Eski edebiyatı ve onun getirdiklerini uygulamak yerine Batı'da üretilen yeni biçimleri kendi edebiyatımıza taşımak esas alınır. İki taraf da birbiriyle uzlaşma konusunda oldukça inatçı bir tavır sergiler. Bugüne kadar ulaşmış bu eserleri okuyup incelediğimizde, bu inatçı ruhların izlerini satır aralarında görmek mümkün gibidir. Güzelliğe her bakımdan düşkün olan Recaizade M. Ekrem, erken yaşlarda aldığı eğitimle, yaptığı ülke gezileriyle yakından tanıdığı kültürlerle edebiyat dünyasına oldukça yenilikçi bir bakış açısıyla girmiştir. Büyüsüne kapıldığı bu farklı dünyaların insanlarına, dillerine ve ayak bastıkları topraklara girdikçe bu güzelliğin edebiyatta da olması gerektiğine inanır. Tüm çabası her türlü güzelliğin, şiirde ve nesirde konu olabileceğini anlatmaktır. Onun deyimiyle, zerrattan şumusa kadar her şey şiirin konusu olabilir; yeter ki fikriyle hissiyle ve hayaliyle bir güzellik aktarabilsin. Bu bakış açısıyla kaleme alınan ve dönemin en önemli eserlerinden biri olarak görülen Araba Sevdası, o günün edebiyatında sıklıkla işlenen bir konuyu ele alır; alafranga züppe yaşamının Osmanlı'ya etkileri. Ancak okuduğumuz metin, eskiye yönelen ve bunu savunan bir konudan oldukça uzak izler taşır. Romanın başlangıcı itibarıyla ilk dönem Tanzimat yazarlarını aratmayan bir üsluba sahip olduğunu düşünebiliriz ancak bizi ilk şaşırtacak olan şeyle daha ilk sayfalarda karşılaşırız. Dönemin medeniyet beşiği olarak görülen Fransa'nın birebir etkilerinin işlendiğini ve bu yapılırken yazarın sürekli bir mukayese içinde olduğunu görürüz. Mukayesenin bir zararı yok gibi görünür ancak karakterleri tanımaya başladığımızda özünden kopan ve kendi yetiştiği toplumun dilini, anlayışını yeren bir tavırla kendini yetiştirdiğini anlarız. Ana karakter Bihruz Bey için Türkçe çirkin olmaya meyilli bir dilken Fransızca temel alınması gerekendir. Dışarı çıkarken önemli olan hoş görünmek ve tüm gözlerin üzerinde olduğunu bilmektir. Kitabın bir sayfasında denildiği gibi, onun derdi görmekten öte hoş görünebilmektir. Bu yüzden kendi annesi de dahil olmak üzere Batı'yı yakından tanımayan, bu çabada yetişmeyen herkesi cahil olarak görür. Aşk duygusu ile tanışan bu kahramanımız zamanla har vurup harman savurduğu servetinin derdine de düşmesiyle bitap bir yaşama sürüklenmeye başlar. Bu duygu bize yabancı değildir çünkü aşk çoğu yazarın yazmaktan çekinmediği fakat yüzeysel bir biçimde ele aldığı konulardan biridir. Recaizade bu yüzeysel ilerleyen tabuyu kırarak duyguların insan üzerindeki etkisini derinlemesine anlatmayı tercih etmiş ve bu sayede kendisinden sonra gelenleri de bu yönde yazmaya teşvik etmiştir. Fransız romantik yazarların anlayışına oldukça benzeyen bu tavrın zamanla daha da arttığını, yazın alanında çeşitli duyguların aktarımının yapıldığını göreceğiz. Monolog tarzı anlatımın Türk edebiyatına girdiğini, yaşanılan yoğun duyguların karşıda bir dinleyen varmış gibi anlatıldığını ve bununla birlikte tesiri altında olunan kimi yazar ve eserlerin sıklıkla romanlarda belirtildiğini fark edeceğiz. Tüm bunlar ve daha fazlası, ikinci dönem yazarların kaleminde hayat bulmaya başlayacaktır. Bunun oluşumunda milat olarak görülense şüphesiz Araba Sevdası'dır.
Araba Sevdası
Araba SevdasıRecaizade Mahmut Ekrem · Can Yayınları · 202025.3k okunma
·
68 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.