İbn Kayyım el-Cevziyye, İgasetu’l-Lehfan fi Mesayidi’ş-Şeytan adlı eserinde
der ki:
Peygamberlerden başkaları, şahsî düşüncelerinde ve ilhamlarında hata da ederler,
isabet de. Onların zan ve ilhamları, düşünceleri ve hatıraları
80, Allah’ın kulları için delil ve
hüccet niteliği taşıyamaz.
Allah’ın ilhamına mazhar olanların sadatı, ashab-ı kiram efendilerimizdir. Onlardan Hz.
Ömer (r.a.)’in, ilâhî ilhama mazhar olduğu, hadis ve nice olaylar ile sabittir. Böyleyken o, belli
bir konuda fikrini söyler, mertebesi ondan çok aşağı bulunan biri de kendisine itiraz ederdi. O
da, gelen itirazı anlayışla karşılar, üzerinde düşünüp istişarelerde bulunur, kendisinin hatalı
olduğu anlaşılır, o da hatasından dönerdi. Şahsî düşüncelerini ve ilhamlarını, daima Allah’ın
Kitabına, Resulullah’ın Sünnetine arz ederdi. Kendi zan ve ilhamlarına itibar ve itimat etmezdi.
Yani onları değil, Allah’ın Kitabını ve Resulünün Sünnetini hakem tanırdı.
Abit ve zahit geçinen şu cahiller ise, kalplerine geçici bir zan ve düşünce gelse, hemen
onu hakem tanıyıp Allah’ın Kitabını ve Resulünün Sünnetini terk ederler. Bu elbette çok yanlış
bir tutumdur, asla rahmanî bir gidiş değildir. Buna rağmen şahsî ilhamları ile gurur ve ucba81
düşerler ve derler ki: "Haddesenî kalbî an Rabbî – Kalbim, Rabbimden alarak bana dedi ki..."
Evet, bunu kendilerine düstur ve şiar edinmişlerdir. Yine açıkça derler ki: "Biz ilmi ve marifeti,
ölmekten münezzeh bulunan Allah’tan alıyoruz, arada hiçbir vasıta olmaksızın! Sizler ise zahir
ehlisiniz ve ilimlerinizi vasıtalardan alıyorsunuz." Açıkça böyle iddialarda bulunurlar ve açıkça,
peygamberleri ve onlara inen Allah’ın kitaplarını aradan çıkarırlar. Böyle bir tutum ise, bütün
gizliliğine ve aldatıcılığına rağmen, büyük bir küfür ve dinsizliktir! Kur'an’ın ve Peygamber’in
aracılığını aradan çıkarmanın, başka bir hükmü ve manası yoktur. İşte şeytanî iğva82 ve
vesveselere en büyük aldanışlardan biri de, hiç şüphesiz bu sakat tutumdur. Niceleri buna
kapılmışlar ve helâk olmuşlardır.
"İlhamda ve keşifte hata olmaz! İlham ve keşif ehlini kayıtsız şartsız tasdik etmek
lâzımdır" derken, bazıları bunda saklı bulunan şeytanî tehlikeyi ve tahribatı iyice sezememiş
olabilir. Şüphesiz böyleleri, kendi cehaletlerine kurban gitmiş olurlar. Veya kesin küfre
varmadıkları takdirde, cehaletleri nispetinde mazur sayılabilirler. Fakat bile bile, Peygamber’i
77 İbn Teymiye, nak. İbn Kayyım el-Cevziyye, Medâricu’s-Sâlikîn, çev. Kurul, İnsan Yayınları, İstanbul 1990, 1/44-
45.
78 Muhammed Ebu Abdullah İbn Kuteybe, Te'vîlu Muhtelifi’l-Hadîs: Hadis Müdâfası, çev. Mehmed Hayri
Kırbaşoğlu, Kayıhan Yayınları, İstanbul 1979, 30-31. 79 İbn Kuteybe, Te'vîlu Muhtelifi’l-Hadîs, 31. 80 "Hatıra" kelimesi burada, tam olarak Türkçe’deki "anı" anlamında değildir; "kalpte, zihinde, fikirde kalan şey"
manasındadır. 81 Kibir, gurur, kendini beğenmişlik, ameline güvenmek. 82 Ayartmak, azdırmak, baştan çıkarmak.
32
ve ona inen Kur'an’ı aradan çıkaranlara, kendilerini mazur gösterecek bir cihet bulunabilir mi?
Böyle birisine dersin ki:
-Bak, yakınımızda bir hadis medresesi var. Orada Hafız Abdurrezzak, talebelere hadis
okutmaktadır. Sen de gidip orada Peygamber’in hadislerini öğrensen olmaz mı? O cevap
olarak sana der ki:
-Benim, Melik ve Hallâk olan Allah’tan vasıtasız olarak ilim ve marifet alan bir kişi
olarak, Hafız Abdurrezzak’tan hadis işitmeye ne ihtiyacım var?
İşte böylelerinin, "cehaleti sebebiyle mazur görülebilir" denilecek bir durumu olmadığı
meydandadır. Böylesi, kalbini ve bütün benliğini şeytana iyice kaptırmış, cehalet ve gafletin
son derecesine ulaşmış biridir, yoksa ilâhî ilimde ve marifette ilerlemiş biri değil. Çünkü,
vasıtasız olarak yüce Allah ile konuşup, doğrudan doğruya ondan ilim ve marifet alan zatlar,
ancak Hz. Musa (a.s.) gibi peygamberlerdir. Bunun için ona "Kelimullah" denilmiştir. Bu cahil
iddiacı ise, kendisinin de Kelimullah olduğunu zannetmekte, ilim ve din dışı sözünü
söyleyebilmektedir. Evet, kendisi de bir ses duymuştur. Fakat Rahman’ın değil, şeytanın
sesini... Ya da nefs-i emmaresinin sesini. (...)
Ashab-ı kiramın, kendi düşüncelerini ve kararlarını itham etmelerinin misalleri pek
çoktur. Hâlbuki onlar, bu ümmetin en hayırlıları, kalpleri en temiz, ilimleri en derin olanlarıdır.
Nefsanî ve şeytanî ahvalden en uzak bulunanlar onlardır. Kitaba ve Sünnete en çok ittiba
edenler de onlardır. Kitabı ve Sünneti aradan çıkarıp "Bana kalbim, Rabbimden alarak dedi
ki..." diyenler ise, Kitaba ve Sünnete en uzak olanlardır. Gerçekten züht ve takva sahibi
olanlar ise, dosdoğru yol üzerinde bulunup, asla şahsî keşiflerine ve ilhamlarına önem
vermezler. Bunları kendilerine hakem tanımazlar. Herhangi keşfi ve ilhamı, Kitaptan ve
Sünnetten iki şahit olmaksızın kabul etmezler. İşte bu ümmetin gerçek sufileri de bunlardır.
Gerçek İslâm sufilerinin en büyüklerinden olan Cüneyd der ki: "Ebu Süleyman Daranî
şöyle buyurmuştur: Bazen kalbime, sufilerin sözünü ettikleri cinsten nükteler gelir ve günlerce
bekler. Ben onu, Kitaptan ve Sünnetten iki adil şahit, şahitlik etmedikçe kabul etmem."
Ebu Zeyd el-Bistamî demiştir ki: "Kişiye pek çok kerametler verilse, hatta havaya
bağdaş kurup otursa, sakın onun bu kerametine aldanmayasınız. Ancak, onun emir ve
nehiyler itibariyle, şer'î hudut ve ölçüler bakımından nasıl olduğuna bakın, ona göre hüküm
verin."
(...) Seriyy es-Sakatî şöyle demiştir: "Bir kimse, ilmin sırrına ve bâtınına vâkıf
olduğunu iddia eder, fakat hükmün zahiri kendisini yalanlarsa, elbette böylesi büyük bir hata
içindedir."
Yine Cüneyd şöyle demiştir: "Bizim bu mesleğimiz, Kitaba ve Sünnete uygunluk
şartına bağlıdır. Kur'an’ı hıfzetmeyen, hadis yazmayan ve fıkıh ilmiyle meşgul olmayan bir
kimse, kendisine uyulacak birisi değildir."
Ebu Bekir ed-Dekkak şöyle der: "Zahirde emir ve nehiylerin hududunu zayi eden bir
kimse, bâtında kalbî müşahededen mahrum kalır."
Ebu’l-Hasan en-Nurî şöyle der: "Bir kimsenin, şer'î ölçünün dışında kalan bir hâl sahibi
olduğunu iddia ettiğini gördüğün zaman, sakın ona yakın olma! Yine bir kimse ki, kendisinin
hâl sahibi olduğunu iddia eder, fakat şeriatın zahiri kendisini tasdik etmezse, öylesini de din
ve maneviyatta muteber tutma!"
33
Ebu Said el-Harraz da bu hususta şöyle demiştir: "Zahirin desteklemediği her bâtın,
batıldır."
el-Cerirî şöyle der: "Bizim bu mesleğimiz, bir tek cümlede toparlanır: Kalbin devamlı
murakabe hâlinde bulunacak ve ilim zahirin üzerine kaim olacak!"
Ebu Hafs el-Kebir ise şöyle demiştir: "Bütün fiil ve hâllerini Kitap ve Sünnet ile
tartmayan ve şahsî zan ve hatıralarını itham etmeyen (şahsî görüşlerinde ve ilhamlarında
hata kabul etmeyen) bir kimseyi, sakın manevî adamlar zümresinden saymayınız."83
Yüce Allah, "Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman
yaptık. (Bunlar), aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar (yûhî). Rabbin
dileseydi bunu yapamazlardı. Fakat sen, onları düzmekte oldukları yalanlarıyla baş
başa bırak!" buyurmuştur.84
Zuhrufu’l-Kavl, "yaldızlı söz" diye çevrilmiştir. Zuhruf; içi batıl, dışı süslü püslü
olandır. Nitekim, bir kimse sözünü aslı astarı olmayan şeylerle süsleyip püslediğinde, "fulânun
yuzahrifu kelâmuhu" denilir. O hâlde, dışı yaldızlanan, süslenerek göz boyayan her şey,
"muzahref"tir.85
Allah, burada, batıl ve asılsız şeyden "yaldızlı söz" diye bahsetmiştir. Çünkü, sahibi
onu elinden geldiğince süsler ve aldanmaya müsait kişinin kulağına atar; o da buna kanar,
inanır.86
²
Nur Risaleleri’nde Said Nursî’nin ilminin (!) "ledünnî" olduğu açıkça iddia
edilmektedir:
(...) Bu hadis-i şerif Nur’un tercümanına mutabık geliyor ki, ilminin ve kemâlinin
tahsil ve terbiye neticesi değil lutf ve ihsan-ı Rabbânî olarak, bir harika-ı fıtrat halinde
kısacık bir zamanda ihsan edileceğini bildiriyor ki, şimdiye kadar kimsede vaki
olmamış olan bu hal ancak bir büyük müceddidin alâmât-ı mahsusasındandır.87
Ayrıca, Kehf suresinin Hz. Musa (a.s.) ile Hızır (a.s.)’dan bahseden 65.
ayetinin "tarafımızdan kendisine bir ilim öğrettiğimiz" anlamına gelen bölümü ebced
hesabına tâbi tutularak yukarıdaki iddia delillendirilmek (!) istenmiş ve Said Nursî’ye
verilen bu ilmin "Resâili’n-Nûr" olduğu belirtilmiştir:
وعلمناه من لدنا علماً 598 رسائل النور 88598
Ayetin meali şöyledir:
83 İbn Kayyım el-Cevziyye, İğâsetu’l-Lehfân fî Mesâyidi’ş-Şeytān: Şeytanın Tuzakları, İnsanların Kurtuluş Yolları,
çev. Ömer Temizel, Uysal Kitabevi, Konya 1993, 1/421-424. 84 En'am, 6/112. 85 Fahruddîn er-Râzî, Tefsîr-i Kebîr, çev. Heyet, Akçağ Yayınları, Ankara 1988, 10/129. 86 İbn Kayyım el-Cevziyye, ed-Dâu ve’d-Devâ: Kalbin İlacı, çev. Savaş Kocabaş, Elif Yayınları, İstanbul 2003, 124. 87 Tılsımlar Mecmûası, 188, Mâîdetü’l-Kur'an. 88 Tılsımlar Mecmûası, 189, Mâîdetü’l-Kur'an.
34
"Orada, katımızdan kendisine bir rahmet verdiğimiz ve tarafımızdan
kendisine bir ilim öğrettiğimiz kullarımızdan birini bulmuşlardı."
Metnu Mâideti’l-Kur'ân’da da şöyle denmiştir:
(...) Ve yâ ‘ilme mulhemin min ledun Hakîmi’l-Hābîr89
Yani, "Ey Hakim ve Habir tarafından ilham edilmiş olan ilim (Risâletu’n-Nûr)."
Bu cümleye "Hâşiye" düşülmüş ve denilmiştir ki:
Lâ ‘ilme lenâ illâ mâ ‘allemtenâ = 974 Risâletu’n-Nûr = Aslı ile, yani lam-ı
tarifle 976.90
Bilindiği gibi, bu cümle Bakara suresinin 32. ayetinde geçmektedir ve "senin
bize öğrettiğinden başka bizim bilgimiz yoktur" anlamına gelir. Yani, Said Nursî’nin
bütün ilmi Allah’tandır ve onun, Allah’ın öğrettiği Risale-i Nur’dan başka bir ilmi de
yoktur!
Yüce Allah buyurmuştur ki:
"Yazıklar olsun, elleriyle kitabı yazıp da, sonra onu yok pahasına satabilmek
için 'bu, Allah katındandır' diyenlere; yazıklar olsun, elleriyle yazdıklarından dolayı
onlara ve yazıklar olsun, böyle kazandıklarından dolayı onlara!"91
"(...) Onun Allah katından olduğunu söylerler; hâlbuki o, Allah katından
değildir. Böylece onlar, bile bile Allah’a karşı yalan söylerler."92
²
1.4. İHTARLAR (?)
Aşağıdaki sözler, Nur Risaleleri’nin kimin eseri olduğunu ve nasıl yazıldığını
(telif edildiğini) daha iyi gösterecektir:
Mânevî ve ehemmiyetli bir cânibden, şimdiki zelzele münâsebetiyle altı-yedi
cüz'î suale karşı, yine mânevî ihtar yardımiyle cevapları kalbe geldi. Tafsilen yazmak
kaç def'a niyet ettimse de izin verilmedi. Yalnız icmalen kısacak yazılacak.93
Ben gönderilen Risaleleri mütalâa ettim, bir kısım hakikatları mükerrer gördüm.
Makam münasebetiyle tekrar yazılmış. Benim arzu ve belki ihtiyarım olmadan ne için
böyle olmuş.. Kuvve-i hâfızama gelen nisyandan sıkıldım. Birden şiddetli bir ihtar ile:
"Ondokuzuncu Söz’ün âhirine bak!" denildi. Baktım, Risalet-i Ahmediye’nin (A.S.M.)
Mu’cize-i Kur'aniye’sinde tekraratın çok güzel hikmetleri, tam tefsiri olan Risalet-in-
89 Tılsımlar Mecmûası, 189, Mâîdetü’l-Kur'an. 90 Tılsımlar Mecmûası, 189, Mâîdetü’l-Kur'an/Hâşiye 4. 91 Bakara, 2/79. 92 Âl-i İmrân, 3/78. 93 Sözler, 157, Ondördüncü Sözün zeyli.
35
Nur’da tamamiyle tezahür etmiş. O tekrarat, o hikmetler için tam yerinde ve münâsib
ve lâzım olmuş.
94
Birden bir ihtar-ı gaybî ile kat'î kanaat verecek bir surette kalbime geldi. Denildi
ki: "Ciddî bir alâka ile senin eskidenberi tekrar ettiğin "Bir ışık var, bir nur göreceğiz"
diye müjdelerin te'vili ve tefsiri ve tâbiri; sizin hakkınızda belki îman cihetiyle, Âlem-i
İslâm hakkında dahi en ehemmiyetlisi Risale-i Nur’dur. (...)"95
Size, Hizb-ül-Kur'anî’den evvel gönderilen Risale-i Nur’un vird-ül-Âzam’ına
ilhak etmek için bir parçayı yazdık, bir parçayı da Yirmidokuzuncu Lem'a’da yerini
gösterdik. Benim hususî tefekküratım o neviden olduğu cihetle bana ihtar edildi, ben
de yazdım.96
Çoktanberi ruhuma ihtar edilmiş ki; Ziya namında birisi, Risale-i Nur namına
büyük bir hizmet edecek. Bu mes'ele gösterdi ki, o Ziya, bu Ziya’dır. (...)97
Said Nursî, o kadar çok gaybî ihtar almış (?) ki, hepsini aktarmaktan sarf-ı
nazar ettik.98
±
Said Nursî’ye edilen ihtarlar, bundan ibaret değildir. O, kendisine kim
tarafından edildiğini bilmediğimiz yukarıdaki ihtarların yanı sıra, Arapça ve Farsça
ihtarlardan da söz etmektedir:
Şu fıkra, Arabî geldiği için Arabî yazıldı. Hem şu fıkra-i Arabiye, "Allahü Ekber"
zikrinde otuzüç mertebe-i tefekkürden bir mertebeye işarettir. (...)99
Şu Yirminci Pencerenin hakikatı, bir zaman Arabî bir surette şöyle kalbe
gelmişti: (...)100
(...) Yani bu münâcat, kalbe Farisî olarak tahattur ettiğinden Fârisî yazılmıştır.
(...)101
±
Görüldüğü gibi, Said Nursî risalelerinin dilini bile kendi iradesiyle seçmemekte,
risaleler kalbine getirildiği (?) dille yazılmaktadır...
Nur Risaleleri’nde hemen aynı mealde, başka ifadeler de kullanılmıştır:
94 Kastamonu Lâhikası, 14-15, Yirmiyedinci Mektubdan/Aziz, Tam Sıddık Kardeşlerim. 95 Kastamonu Lâhikası, 29, Yirmiyedinci Mektubdan/Âhiret Kardeşlerime Mühim Bir İhtar "İki Madde" dir. 96 Kastamonu Lâhikası, 108, Yirmiyedinci Mektubdan/Azîz, Sıddık, Sebatkâr ve Metin Kardeşlerim! 97 Tarihçe-i Hayat, 45, İlk Hayatı. 98 Diğer ihtarlar için bak. Tarihçe-i Hayat, 109, 123, 240, 282, 287, 303, 410, 466, 483, 494, 524, 525, 526, 557,
561, 564, 574, 586; Kastamonu Lâhikası, 21, 28, 30, 32, 49, 67, 72, 78, 83, 85, 95, 97, 130, 115, 145, 153, 162,
165; Şuâlar, 230, 235, 306, 318, 327, 353, 355, 362, 376, 386, 391, 392, 395, 397, 412, 501, 512, 533; Lem'alar,
10, 48, 198, 237, 260, 285, 288; Rehberler, 21, 32, 35, 147, 154; Sözler, 138, 140; Barla Lâhikası, 133, 274;
Mektubat, 458; Âsâ-yı Mûsa, 76; Îman ve Küfür Muvazeneleri, 55; İctimâi Reçeteler II, 66. 99 Sözler, 443, Yirmialtıncı Söz/Hâtime. 100 Sözler, 625, Otuzüçüncü Söz/Yirminci Pencere/Hâşiye. 101 Sözler, 193; Îman ve Küfür Muvazeneleri, 63, Onyedinci Söz/Kalbe Fârisi Olarak Tahattur Eden Bir Münâcât.
36
Yazdırıldı.
102
Yazdırılmış.
103
Yazdırılmadı.
104
İhtiyarsız.105
Mânen icbar edilmiyorum.106
İzin olmadığından yazılmadı.
107
İhtiyarım haricinde olarak uzun yazdırıldı. Hikmetini de anlamadık, belki bir
hikmeti var diye öylece bıraktık.108
Hakikattan haber aldım.109
İrade ve ihtiyarım ile yazmadım.110
İhtiyarsız olarak te'lif edildiğinden.111
Beyana izin verilmedi.112
İhtiyarsız sevkedildim.113
Yazmaya izin verilmedi.114
...
102 Şuâlar, 219, Onbirinci Şuâ/Meyve Risalesi/Bu Onuncu Mes'eleye Bir Hâtime Olarak İki Hâşiye; Siracü’n-Nûr,
62, Otuzbirinci Mektuptan Yirmialtıncı Lem'a/İhtiyarlar Hakkında/Onbirinci Rica; Îman ve Küfür Muvazeneleri, 111,
Meyve Risalesi’nden/Onuncu Mes'elenin Hâtimesi Olarak İki Hâşiye/Birincisi. 103 Lemeât, 68, Mebhaslar/Kur'ân, Kendi Kendini Himaye Edip Hâkimiyetini İdâme Eder. 104 Tarihçe-i Hayat, 398, Denizli Hayatı/Bu Fıkra Bir Casus Vasıtasiyle Resmî Memurların Eline Geçtiği İçin
"Lâhikaya" Girmiştir; Âsâ-yı Mûsa, 82, Meyve Risalesi/Onbirinci Mes'elenin Hâşiyesinin Bir
Lâhikasıdır/Sâlisen/Hâşiye; Şuâlar, 236, Onbirinci Şuâ/Meyve Risalesi/On birinci Mes'elenin Haşiyesinin Bir
Lahikasıdır/Saniyen/Hâşiye; Siracü’n-Nûr, 172, Denizli Müdâfaası/Bu fıkra, resmi me'murların ellerine bir casusun
eliyle geçtiği için buraya girdi. 105 Sözler, 247, Yirminci Sözün ikinci makamı/İki Mühim Suale Karşı, İki Mühim Cevap/Birincisi/Hâşiye; Âsâ-yı
Mûsa, 76, Meyve Risalesi/Onbirinci Mes'elenin Hâtimesi; Mektubat, 85, Ondokuzuncu Mektub/Mu’cizat-ı
Ahmediyye/Üçüncü Nükteli İşaret/Hâşiye; Zülfikar Mecmuası, 123, İkinci Zeyl/Yirminci Söz/iki Mühim Suale Karşı
İki Mühim Cevap/Birincisi/Hâşiye. 106 Kastamonu Lâhikası, 15, Yirmiyedinci Mektubdan/Azîz, Tam Sıddık Kardeşlerim. 107 Kastamonu Lâhikası, 28, Yirmiyedinci Mektubdan/Mânevî bir ihtar ile bir-iki ince mes'eleyi size yazıyorum. 108 Kastamonu Lâhikası, 78, Yirmiyedinci Mektubdan/Küçük Hüsrev olan Feyzi’nin ve Emin’in suallerine bir cevab
ve hâşâ hurafe tevehhüm edilen bir rivayetin bir mu’cize-i gaybiyyesidir. 109 Kastamonu Lâhikası, 115, Yirmiyedinci Mektubdan/Gayet Ehemmiyetlidir. 110 Şuâlar, 83, Yedinci Şuâ/ Âyetü’l-Kübra/Mühim Bir İhtar ve Bir İfade-i Meram/Beşincisi. 111 Şuâlar, 151, Yedinci Şuâ/Âyetü’l-Kübra/İhtar. 112 Şuâlar, 480, Onbeşinci Şuâ/Elhüccetü’z-Zehra/Üçüncü Medrese-i Yûsufiye’nin Tek Bir Dersinin Üçüncü
Kısmı/Mukaddime. 113 Şuâlar, 501, Onbeşinci Şuâ/Elhüccetü’z-Zehra/Elhüccetü’z-Zehra’nın İkinci Makâmı/Dördüncü Kelime-i
Kudsiye.
114 Sözler, 157, Ondördüncü Sözün zeyli.
37
Said Nursî, Nur Risaleleri’ni tamamlamakta da ihtiyarsızdır. Bitim tarihi
önceden belirlenmiş; hangi mektubun, hangi lem'anın nereye konacağı kendisine
ihtar edilmiştir. Risaleler nesren geldiği gibi, bazen kendi kendine manzum da
gelmektedir:
İşârât-ı Gaybiye-i Gavsiye ve Aleviyede, altmışdörtte Risale-i Nur te'lifce
tamam olur. Demek o tarihten sonra, yalnız izahat ve hâşiyeler ve tetimmeler olacak.
(...)
Mâdem Arabice altmışdörde girdik, işâret-i gaybiye gelmesiyle Risale-i Nur
tekemmül etmiş olur. Eğer Rumi tarihi olsa, daha iki senemiz var. Halbuki çok mühim
yerde yazılmayan ve te'hir edilen risaleler kalmış. Meselâ: "Otuzuncu Mektup" ve
"Otuzikinci Mektup" ve "Otuzbirinci Lem'a"lar gibi ehemmiyetli mertebeler boş kalmış.
Kalbime ihtar edilmiş ki; Eski Said’in en mühim eseri ve Risale-i Nurun fâtihası, Arabî
ve matbu olan "İşârât-ül-İ’caz Tefsiri", Otuzuncu Mektup olacak ve olmuş. Eski
Said’in en son te'lifi ve yirmi gün ramazanda te'lif edilen, kendi kendine manzum
gelen "Lemeat Risalesi", "Otuzikinci Lem'a" olması ve Yeni Said’in en evvel
hakikattan şuhud derecesinde kalbine zâhir olan ve Arabî ibaresinde "Katre",
"Habbe", "Şemme", "Zerre", "Hubab", "Zühre", "Şu’le", ve onların zeyillerinden ibaret
büyükçe bir mecmua "Otuzüçüncü Lem'a" olması ihtar edildi. Hem "Meyve",
"Onbirinci Şua" olduğu gibi, "Denizli Müdafaanamesi" de "Onikinci Şua" ve hapiste ve
sonra "Küçük Mektuplar Mecmuası" "Onüçüncü Şua" olması ihtar edildi. Ben de aziz
kardeşlerimin tensiblerine havale ediyorum. Demek birkaç mertebede kapı açıktır,
bizlere daha iyi tetimmeler yazdırılabilir.115
NUR RİSALELERİ’NE
ELEŞTİREL BİR YAKLAŞIM
(RİSALE-İ NUR’UN İÇYÜZÜ)
ABDULLAH TEKHAFIZOĞLU pdf olarak internette var