Zamanın en çok daraldığı, hakkında en çok konuşulan ve hikaye yazılan döneme farklı bir bakış açısı taşıyan bir kitap 
The Book Thief. Sizi kelimelerle sarıp sarmalayan bu kitabın edebi anlatımı da çok hoş. Bir kitap hırsızını, edebiyat sevdalısı 13 yaşındaki Liesel'i anlatan bir hikaye için çok uygun, çok sürükleyici bir dil seçilmiş. Döneme uygun olarak kitabın Ölüm'ün ağzından olması da, Ölüm'ün bir kızdan böyle etkilenmesi de hep edebiyatın gücüne yorumlanmış bence.
İnsanın her durumu normalleştirme yetisi de bu kitabı okuyunca en çok hatırlatıldığım ve tekrardan en şaşırdığım şey oldu. Tarihin en kanlı savaşı devam ederken Güney Almanya'daki bir kasabadan çıkmıyoruz ve oradaki mahalle telaşını, gençlik aşklarını, çocukların oyunlarını okuyoruz. Arada bombalar düşüyor, bodrum katında bir Yahudi'ye bakılıyor ve babalar savaşa çağırılıyor ama hayat devam etmek zorunda, biz de alışmak.
Liesel Meminger, işte böyle bir dönemden ailesiyle ve arkadaşlarıyla geçiyor. Fakat, bu acımasız dünya yakasını bırakmıyor tabii ki ve Ölüm'ün sözleriyle okuduğumuz bu hikayede de öyle olacağı hep hatırlatılıyor. Çünkü Ölüm, beklenti yaratmayı veya sürpriz sonları sevmiyor. Herkesin sonunda ona gideceğini ve bundan kaçış olmadığını o da biliyor, biz de. Kitapta bir hikaye önce yüzümüzde tebessümle okuduğumuz karakterin birkaç bölüm sonra öleceğini öğreniyoruz ve bu enteresan bir deneyim oluyor. Herkesin öleceğini öğrendikten sonra okumanın ne anlamı var diye hissettikten hemen sonra da bu son mutlu anlarını paylaşmayı onlara borç biliyorsunuz, çünkü asıl önemli olan ölümün geldiği o zalim an değil; insanın yaşadığı, deneyimlediği, beraber gülüştüğü ve hayatlarını paylaştığı zamanlar.
·
55 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.