Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Biz sofraya oturur oturmaz, kapı açıldı. İçeriye Kafkasyalı bir grup girdi. Çok parlak kostümleri vardı. Kurşunları göğüslerinde, geniş omuzlu, ince bellerinden hançerler sarkan, uzun, siyah çizmeli bir gruptu. İnsan, onların hemen dans etmeye başlayacaklarını bekliyordu. Fakat, onlar dönüp insana bakmıyorlardı bile. Evet, bu fevkalâde yapılı adamlar Osmanlılara çok güzel insanlar vermişlerdi. Nihayet, onlardan sonra, içeriye siyahlar giyinmiş, iki diplomat kıyafetli adam girdi. Bunlardan biri Bekir Sami Bey’di. Onu Moskova’ya Rus-Türk dostluğunu imza etmek için göndermiştik. Selâm verip geçerken, onun yazılarını yazmak için kırık yazı makinesinde nasıl çalıştığımı, sırtımın nasıl tutulduğunu hatırladım. Kaymakam Tevfik kulağıma eğilerek: — Yanındaki Gürcü elçisi bir Menşeviktir.Bolşeviklerin elçisi yoldaş Midvani’nin kardeşidir. Fakat birbirleriyle kedi köpek gibi kavgalıdırlar. Sovyetler herhangi an Gürcistan’ı istilâ edebilirler. Bekir Sami Bey onlara yolda rastlamış ve beraber gelmişler. Öteki, ince belli, gümüş hançerliler Gürcistan elçiliğinin kâtipleridirler. Aralarındaki şu yakışıklı adam da bir Gürcistan prensidir, dedi. Etraftakiler hep Fransızca konuşuyorlardı. Bir Anadolu otelinde bu bize biraz tuhaf geldi. Fakat biraz sonra onları unuttuk. Kaymakam Tevfik yeni almış olduğu bir parabellumu çıkararak masanın üzerine koydu. Ben daima parabellum kullandığım için, fikrimi sormak istiyordu. Kurşunları boşaltarak tabancayı ışığa kaldırdım, baktım. Kaldırırken Menşevik Midvani ile göz göze geldik. O, Bekir Sami Bey’e dönerek sordu: — Est-ce que cette dame est Bolshevik? (Bu hanım Bolşevik mi?) Bolşevik kelimesini büyük bir nefretle söylüyordu. Hemen hepsinin kaşları çatıldı. Gümüş hançerliler gözlerini bana çevirdiler. Bekir Sami Bey de onlara Rusça bir şeyler anlattı. Ben bu diplomatlar sofrasına hiç bakmıyordum. Fakat Kaymakam Tevfik gülüp duruyordu. Madam Tadia’nın odasındaki yatak karyola yaylı değildi, fakat şilte kuştüyü olduğu için gayet rahattı. Yoldaş ayakucuma tırmandığı zaman bu yumuşak şilte hiç hoşuna gitmedi, hırlamaya başladı. Fatiş de gülerek: — Bu yatak beni gıdıklıyor, dedi. Ertesi sabah askerî mızıka ile uyandım. Pencereden baktığım zaman, bir alay geçiyordu. Önlerinde bayrak tutan kudretli bir asker vardı. Askerlerin kıyafetleri partal olmakla beraber, gayet vakur görünüyorlardı. Ne garipti, âdeta bir perde eski başıbozukların üstünden kalkmış, aynı sahnede birdenbire muntazam bir Türk ordusu meydana çıkmıştı. O sabahı Hilâl-i Ahmer Hastahanesi’nde dolaşmakla geçirdim. Yaralıların çoğu Kaymakam Nâzım’ın fırkasındandı. Çok memnun oldular. Hepsi Nâzım’a şiddetle tutkundu. Hepsi ondan muhabbetle bahsediyordu. Kendisi, Konya’da bir sanatoryumda yatıyordu. Öğle yemeğini İsmet Paşa’nın karargâhında yedik. Yanındaki askerlerin hepsi eski Türkiye’nin mümessilleriydiler. O kadar tavırları Osmanlı terbiyesini ifade ediyordu ki, büyükannem sağ olsaydı, onlarda bir kusur bulamazdı. Akşamüstü otele döndüğüm zaman, Bekir Sami Bey beni görmeye geldi, yeni Rusya hakkındaki fikrini sordum. Tamamen hayal kırıklığına uğramıştı. Halbuki, gitmeden önce, Şark mefkûresinin kuvvetli taraftarlarındandı. Dönüşünde yeni Rus rejiminin dünyanın en kötü zulmünü ifade ettiğine inanıyordu. Bolşeviklerin samimiyetine inanmıyordu. Onlara inanmış olan birtakım yeni hükûmetler Çarlık zamanından daha kötü muamele ile karşılaşmışlardı. Rusya’nın küçük bir azınlık tarafından idare edildiğini ve kendisine İttihat ve Terakki’yi hatırlattığını söyledi. Artık Garp mefkûresine dönmemiz ve Garplılaşmamız gerektiğini söylüyordu. Ankara’ya döndüğüm zaman, İstasyon’da Dr. Adnan bana İtilâf Kuvvetleri’nin Londra’da toplanacak olan bir konferansa Ankara Hükûmeti’ni de davet ettiklerini söyledi. Anlaşıldığına göre, Sevr Antlaşması’nın sert hükümlerini değiştireceklerdi. Ankara Hükûmeti ise, Londra Konferansı’na delege gönderip göndermemekte tereddüt ediyordu. Müfritler, bunun bizi zaafa düşüreceğini ileri sürüyorlar, mutedillerse gönderilmesini istiyorlardı. Aynı zamanda, hazırlıklarımıza da devam etmemiz gerektiğine inanıyorlardı. Şayet, bu davet samimî ise ve kan dökülmesine mâni olmak isteniyorsa, bizim için iyi bir şey olacaktı. Eğer, bir hileden ibaretse, Yunan ordusu taarruza geçecek ve Batılılar da Yunanlıların tarafını tutacaklardı. Londra’ya gönderilen (Şubat 1921) delegasyonun başında Bekir Sami Bey, İstanbul heyetinin başında da Tevfik Paşa bulunuyordu. Tevfik Paşa, Ankara delegesini meşru olarak kabul etmişti. Lloyd George’un Hükûmeti İzmir için bir muhtariyet ve Türk-Yunan savaşında da tarafsızlık teklif etmişti. Bütün bunları Ankara Hükûmeti önce tetkik edecekti. Eğer Büyük Millet Meclisi bunun lehinde bulunursa, ağustos ve eylülde tekrar bir Türk delegasyonu isteyeceklerdi. Bunun bir hileden ibaret olduğu çok çabuk meydana çıktı. Çünkü, Türk delegasyonu Londra’dan dönerken, Yunanlılar büyük bir taarruza geçtiler. Yunanlılar, Afyon’dan hücuma başlayarak, büyük bir kuvvet getirdiler. Fakat 31 Mart 1921’de yeni Türk ordusu tarafından bozguna uğratıldılar. Buna İkinci İnönü Harbi adı verilir. Bütün vasıtasızlığa, yorgunluğa ve barış aşkına rağmen Anadolu Hükûmeti’ne milletin büyük bir kısmı taraftardı ve Yunanlıları Türk topraklarından atmak istiyordu. Yine Miralay Arif’in yazılarından bir kısmının mealini175 alıyorum: “Bütün silâhlar ve cephane Erzurum, Diyarbakır, Sivas’tan develer ve öküz arabalarıyla, yolları olmayan beyabanlardan geçirilerek, en kötü hava şartları altında getirilmiştir. Silâhları tamir edecek yerler yapılmıştır. Erkekler yaya olarak gelmişlerdir. Kadınlar, daha zor bir durumdaydılar. Çünkü, öküz arabaları kırılıp çamurlara saplandığı zamanlar, onlar cephaneleri sırtlarında taşırlardı. Aynı zamanda, yine kadınlar ekiyor, biçiyor ve savaşan erkekleri besleyen mahsulü onlar yetiştiriyorlardı.”
·
53 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.