Gönderi

Bazı çağların düşünsel temelini oluşturduğunu düşündüğüm fikirlere çok kısaca değineceğim. Klasik Yunan’da bu, varlık fikriydi - birlikli, tözsel ve tanrısal bir varlık; ama panteizmde olduğu gibi şekilsiz değil, anlamlı somut formlarda var olan ve o formlar içinde şekillendirilebilecek bir varlık. Ortaçağ Hıristiyanlıgı’nda bunun yerini Tanrı fikri aldı - bütün gerçekliğin hem kaynağı hem amacı, varoluşumuzun kayıtsız şartsız efendisi olan, yine de bizlerden özgürce ona itaat edip bağlanmamızı talep eden bir Tanrı. Rönesans’tan itibaren bu yücelik mertebesine giderek Doğa fikri yerleşti. Doğa, hem varoluş ile hakikatin yegâne ve mutlak tecessümü olarak, hem de temsil edilip vurgulanması gereken bir ideal olarak göründü - önce sanat alanında yerleşti bu düşünce; zira sanatta gerçekliğin nihaî özü ile en yüksek değerin birliği a priori bir hayatî koşuldur. Sonra, 17. yüzyılda felsefe doğa kanunları üzerinde yoğunlaştı, bu kanunlara temel bir geçerlilik atfetti; Rousseau’nun yüzyılı da, bu temel üzerine bir “doğa” ideali inşa etti - mutlak değer, mutlak gaye ve mutlak bir meydan okuma olarak doğa. Ayrıca, bu çağın sonunda kilit bir fikir olarak ego, yani ruhsal kişilik fikri ortaya çıktı: Bir yanda bütünlüğü içerisinde varoluş, bilinçli egonun yaratıcı tasarımı olarak göründü; öte yanda kişilik bir amaç haline geldi. Bireysel benliğin ortaya konması, mutlak ahlâkî buyruk olarak, hatta hayatın metafizik amacı olarak görüldü. Çeşitli entelektüel akımların söz konusu olduğu 19. yüzyılda, bunlarla kıyaslanabilecek kapsayıcı bir kılavuz kavram çıkmadı. Konuyu beşerî alanla sınırlarsak, toplum fikrinden söz edebiliriz - ilk kez 19. yüzyılda, hayatın temel gerçekliği olarak görülmüştür toplum; bireyse, çeşitli toplumsal dizilerin kavşak noktasına, hatta atom gibi farazî bir varlığa indirgenmiştir. Ama öte yandan, bireyden bütün hayatını toplumla ilişkilendirmesi beklenir; eksiksiz toplumsal bütünleşme, ahlâkî olanlar da dahil olmak üzere bütün yükümlülükleri içine alan mutlak bir yükümlülük olarak değerlendirilir. Avrupa entelektüellerinin geniş ke­simleri, ancak 20. yüzyılın başında, bir hayat felsefesi oluşturmak için gereken yeni bir temel fikre erişmişlerdir. Hayat kavramı, gerçekliğin ve değerlerin -metafizik, psikolojik, ahlâk! ya da sanatsal değerlerin- hem ortaya çıktığı hem de kesiştiği merkezde doğmuştur.
·
43 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.