Gönderi

Bir kıssa Bin hakikat
Bir gece yarısı zifiri karanlıkta, taşlı kayalık vadiden geçerken mübarek komutan ordusuna emrediyor "Herkes tüm eşyalarını bıraksın, yerdekilerden doldursun" Zifiri karanlık. Kimisi "olur mu niye bırakalım, su mataram var, yoldayız" ya da "silahım var" diyor, gıdalarını bırakmıyorlar Kimisi de "peygamber" deyip, emrini dinleyerek atlarında, heybelerinde ne varsa hepsini boşaltıyorlar. Yerden aldıkları taşları, olduğu gibi dolduruyorlar. Kimisi ceplerine koyuyor, kimisi hiç almıyor, kimisi de tamamen her şeyini bırakıp, boşaltıp dolduruyor. Gün ışıyor, bir bakıyorlar ki, oradan doldurdukları, taş diye aldıkları, saf altın. Bu defa hiç almayan, pişmanlıkla kendini yerden yere atıyor. Cebine birkaç tane koyan "şu heybemi de boşaltsaydım, tüm ceplerimi boşaltsaydım" diyor. Ceplerini boşaltıp komple doldurmuş olanlar da atının heybesini boşaltıp, dolduranlara özeniyor Atının heybesini dolduranlar da "biraz daha alsaydım, başka nerelere koyabilirdim" diye almadığına üzülüyor. Ama gün ışıdı ve o bölgeden geçildi. Bir daha da gidilemeyeceği belli Bizim *bu dünyadaki halimiz de bu*: "Şu anda karanlıktasınız" derken, bunu hatırlayın! Karanlıktayız; neyi alıp, neyi alamayacağımızı bilmiyoruz. Hayatımızdaki sıkıntılardan da kendimiz sorumluyuz. Biz sorumlu olduğumuz için cehennem var. Cehennem olduğu için cennet var. *Her şey zıddıyla* yaratılmıştır. Bunu bir düşünelim. İman varsa, demek ki imansız da var. Sevap varsa, demek ki günah da var. Velev ki şeytan olmasaydı, günah olmasaydı, meleklerden bir farkımız yoktu ki! O zaman yeryüzüne gelişimizin de bir sebebi olmazdı. O dur ki; kullar günahlarını arttırır devam eder gider, O dur ki; kullar Rabbine günahlarını affettirir, mükâfatlar alarak gider... -Alıntı
·
1 plus 1
·
152 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.