Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Neden?
İşlerin nasıl bu noktaya geldiğini inanın hatırlamıyorum. Anımsadığım son şeylerden biri, orta halli bir otel odasında, beyaz ince bir çarşafla sarınıp öylece karşımdaki duvara baktığımdı. Aylardan ocaktı. Yılın ilk ayı… Ve ben soğuk havaya aldırış etmeden camı aralamış ve buz gibi havanın odaya nüfus etmesine seyirci kalmıştım. Üstümdeki incecik çarşafsa; içeri dolan soğuk hava göz önüne alındığında oldukça sembolik bir görüntü oluşturuyordu. Yakıp durduğum sigaraları dahi bitirmeye üşeniyor ve yarısı içilmemiş kola şişesinin içine peşi sıra bırakıveriyordum. Düşüncelere dalmış bir şekilde diğer odalardan gelen dillerini, uyruklarını çözemediğim insanların sesleri arasında öylece çözüm arıyordum. Sonuçlanması gereken onca şey kafamın içindeki kürsüde birer birer söz alıp neden sorun teşkil ettiklerini anlatıyorlardı sanki... İçlerinden biri ilgi çekiciydi ama. Neden diye söze girdi hiç bekletmeden. İnsanlar neden bu kadar çok konuşuyor ama yine de hiçbir şeyi çözemiyorlar diye sordu… Çok düşünmeden cevapladım. Çünkü birbirlerini dinlemiyorlar dedim. Peki o zaman neden bu iletişimle uzaktan yakından alakası olmayan saçmalığı sürdürüyorlar diye üsteledi. Ben de en uzun süre susmayan ve sesi heybetli çıkan sonunda haklı çıkıyor da ondan dedim. Devam etti tabi sormaya. “E zaten birbirlerini dinlemiyorlar? Karşılarındakinin haklı olduğuna nasıl kanaat getiriyorlar?”. Derin bir nefes aldım ve cevapladım. Çünkü kabullenen taraf dününü, bugününü ve yarınını gözeterekten; geçmişine kayıp zamanı, anına yorulmuş ses tellerini ve yarınına ses kısıklığını eklemek istemediği için, susup kabullenirmiş gibi yapıyor sadece dedim, yani sadece yoruluyor yoksa ikna olduğu için değil suskunluğu diye cevabımı sürdürdüm. Beynimdeki kürsüye son derece haklı bir edayla geçip de aldığı cevaplar sonucunda ümidi ve üsteleme hevesi kırılan bu sorunun sahibi, donuk bir ifadeyle mikronu bırakırken sadece tüm bunlar saçmalığın daniskası diyebildi… Haklıydı lakin içe atılan ve kapağı sıkıca kapatılanlar bölümüne doğru yavaş, isteksiz adımlarla ilerledi. Bu seferse çok konuşup karşımdakini bezdiren, olanı söyleyerek matah bir şey yaptığını sanan, çözüm odaklı yaklaşmadan küstahça ve cevap niteliği taşımayan yanıtlarımla karşımdakini inciten ben olmuştum. Çünkü kopyala ve yapıştır tekniği iliklerimize işlemişti. Sorunu o an için ertelemek, çözmekten çok daha kolayımıza geliyordu. Haklı düşünceler içimizde birikip de gırtlağımıza dek dayanmadan da kendimize ve muhatabımıza ne yaptığımızı fark edemiyorduk. İdrak yollarımız enfeksiyon kapmıştı. Antitezlere direnç kazanmıştık. Sorunları; düşünce, vicdan, empati süzgeçlerinden geçirip de kendimiz halletmek yerine, dışardan sağlıksız çözümümsüler sipariş ediyorduk. Toksik, kirli ve gazı alınmamış bir sürü cevapsız problemler kanımıza karışıyordu durmadan... Damarlarımızı tıkıyor ve çözüm ürettiğini sanan bu hazır fikirler, zaferlerini sağa sola ateş ederek ilkelce kutluyorlardı ve lanet kornalarıyla, peş peşe dizilerek akıcı düşünce trafiğimizin de içine ediyorlardı. Sonra geriye kürsüden bir türlü inmek bilemeyen tek bir soru ve onun haklı isyanı kalıyordu. Biz, her hücremiz, hepimiz… Neden mutsuzuz patron? Neden?
·
1 artı 1'leme
·
77 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.