Gönderi

Le Feu Follet Filmi/İntihar ve Alkolizm
“İntihar ölümcül bir hastalıktır ve insan hasta olduğundan emin olamaz ki tedavi olabilsin. Mucizevi bir ilacı yoktur. Drieu’ye gelince, psikanaliz onun için romancının araç gereçlerinden biri olagelmiştir.” JACQUES LACAN Le Feu Follet, Pierre Drieu La Rochelle’in intihar eden arkadaşından sonra kaleme aldığı bir eserdir. Türkçe’ ye “Hayalet Işık” olarak çevrilen eserin film uyarlamasını Fransız yönetmen Louis Malle, yapmıştır. Filmde alkolizmle mücadele eden Alain Leroy’un melankolik kişiliği anlatılır. Filmin giriş sekansından filmin sonuna kadar merkezde olan Leroy; yaşama tutunamayan, kendi kendisinin düşmanı olan-Lydia’nın deyimiyle- umutsuz bir karakterdir. Alkolü bırakmak için klinikte dört ay tedavi gören Alain, alkolden uzak durmasına rağmen derin umutsuzluğuna bir çare bulamamıştır. Alain, klinikteki yaşamı ile dışşal dünya arasında mekik dokumaya çabalasa da arkasında bırakmış olduğu geçmiş yaşamının heyulaları, onun içsel sınırı haline gelmiştir. Aşılamayan psikoz, dışarıyı hastalıklı bir yer olarak algılar. Leroy, klinikten Paris’e ekseriyetle tek başına adım atmaya kalkıştığında geçmişin ölü gölgeleri onun umutsuz ruhuna yapışıp kalır. Özellikle dikkate değer olan bir sahnenin sekansında Leroy, alkol içip içmeme arasında tereddüt yaşarken, suratındaki bitik hal, alkolizmin mimikler üzerinde ne kadar derin yaralar bıraktığını gösterir:” Şu yüzü iyi gördün mü: Alkol(01.18.17). Tabi burada Maurice Ronet’in muazzam oyunculuğunu ıskalamamak gerekir. Eric Satie’nin Gnossienne No.1 bestesi, filmin odağında Leroy’un umutsuz biçareliğini ölgün tınılarla yansıtmak açısından eşsiz bir kontrast oluşturur. Her ne kadar Fransız Yeni Dalga sinemasının dış sese olan ilgisi belirgin bir temel ilke olarak filmde kendisini hissettirse de, söz konusu olan Alain Leroy’un içsel melankolizmine gelince; iç ses ve dış sesin gürültüsü tezatlık oluşturur. Bu ikilik, Leroy’un dış sese karşı kabuğuna çekilip suskunlaştığı noktada kendisini daha iyi gösterir. Leroy için dış dünya, geçmişin lekeleriyle bezeli bir tehdit gibidir. Alkol, bu tehdidin göstergesel nesnesi görevi görür. Sanki Leroy’un iç dünyasının boşluğunu oluşturan ve ruhunun varlığını vantuz gibi kendisine çeken alkolün kendisiymiş gibi. Alkol içen birinin susaması gibi, yer altında yapılan sondaj faaliyetinin yer altı kaynaklarını tüketmesi gibi Leroy’un ruhu da alkolle tükenmiştir. Alain, önündeki şişeyi kafasına diktiği an, hastalanmaya başlar. Kriz, kendisini fiziksel olarak hissettirince Alain tekrardan geçmişe bir yolculuk yapar ancak bu sefer başka biri olarak. Eski yoldaşlarıyla görüşmek isteyen Alain, onların yalnızca gündelik yaşama eklemlendiklerini ve belirli ideallerle oyalandıklarına şahit olur. Değişen tek şey, her şeyin daha da kötüye doğru gittiğidir. Böylece Alain için hiçbir kaçış yoktur. İntihar planı örümcek ağı gibi ruhunu çevreleyip ağına almıştır Alain’ı. Alain, içsel boşluğa karşılık intihar fikrini kendisine yakın bulmasında bir tezatlık vardır. Çünkü bir yandan kadınlara tutunarak yaşamaya çalışıp öte yandan da onlara dokununca bile onları hissedemediğini fark eder:” Beni öyle çok sevsinler ki, ben de onları sevebileyim istedim. “ Kadınlar Alain için bir kurtuluşu temsil etse de Alain’in asıl yalnızlığı sevmekten ve sevilmekten yoksun olduğunu düşünmesidir. Anlamsız bir yaşamda değer verdiğimiz belirli inançlar veya düşünceler mevcut değilse, tutunabileceğimiz bir dayanak noktası da yoktur. Alain’ın dayanak noktası olarak gördüğü şey ise kadınlardan almak istediği sevgidir. Ne var ki Lydia’nın karakterinde cisimleşen veya Alain’ın eşinin karakterinde cisimleşen şey, Alain’ın kumla inşa edilen bir yükseltiye tırmanması kadar çaresiz bir çabadır. Eksikliği çekilen şeyi ötekinden istemek, ötekini bundan mahrum bırakmakla da ilintili olabilir. Alain’in ısrarla istediği lakin alamadığı tek şey, sevgidir. Lydia eli açık bir kadın olsa da Alain’ın yanında kalmaz, gerekçe olarak ise kariyerini gösterir. Sevgiden mahrum kalmanın vermiş olduğu acı Alain’ı tastamam dayanaksız bırakır. Eğer Lacan’ın argümanlarıyla konuşursak, Alain’ın ötekinden talep ettiği sevgi, ötekilerin istese de veremeyeceği bir sevgi halidir. Çünkü ötekinde olmayanı ötekinden isteyemeyiz. Bunu ötekinden çalmaya kalkarsak bile ortada çalınacak bir nesne yoktur. Alain’ın elini atmak istediği nesne, nüfusu olmayan bir nesnedir. Tıpkı Blanchot’un “Bekleyiş ve Unutuş” adlı eserinde:” Boşluğun sayılamaz nüfusu” dediği boşluk gibi. Boşluğun yıkıcı etkisi kişide zorunlu olarak kaygıya sebebiyet verir. Kaygı ise korkudan farklı olarak nesnenin nedeninin ortada olmamasıdır. Öznenin malik olamadığı şey, tam da bu belirsizliktir. Uzay boşluğuna atılan bir nesnenin bize geri döneceğini düşünmek de aynı ölçüde biçare bir taleptir. Alain, sonuç olarak intiharı tek çıkış yolu olarak görür. Tedavi ve ilaç türünden müdahaleler Alain’ı hiçbir biçimde iyileştiremez. Çünkü boşluğa bulunabilecek bir çare yoktur. Lacan’ın da yukarıda ifade ettiği gibi, intihar ölümcül bir hastalıktır ve insan hasta olduğundan emin olamadığından tedavi de olamaz.
··
536 views
Betül okurunun profil resmi
Film üzerine yazılmış en güzel yazı olmuş👏🏻👏🏻
Sorel okurunun profil resmi
Estafurullah , teşekkür ederim 🙏 güzel düşüncelerin için pışo
1 next answer
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.