Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Yaratılış
Bir varmış, bir yokmuş, Tanrı'dan gayrı hiç kimse yokmuş, Ve Tanrı yalnızmış, Yer varmış, gök varmış, dağ, deniz, çöl, sahra, güneş, ay, yıldız, bulut, çiçek, bitki, hayvan... devler, periler... Ama Tanrı'yı tanıyacak, Tanrı'yı sevecek, Tanrı'yla konuşacak hiç kimse yokmuş... Tanrı'nın söyleyecek çok fazla sözü varmış, ama kimse işitmiyormuş, Tanrı çok şefkatliymiş, ama kimse onun şefkatini anlamıyormuş, Tanrı çok güzelmiş, ama kimse aşkı tanımıyormuş, Tanrı çok büyükmüş, ama kimse büyüklüğünü bilmiyormuş. Tanrı çok yalnızmış, ama ona dost olacak kimse yokmuş. Tanrı bilinmiyormuş, ama onu keşfedecek kimse yokmuş... Bataklıkların dibindeki en yoğun çamurları almış, bir heykel yapmış, Kendi suretinde onu yontmuş, dudaklarını onun dudaklarına koymuş ve ruhunu bu çamur cesede üflemiş, heykel dirilmiş, gözleri açılmış, kulakları işitir olmuş, dili çözülmüş konuşmaya başlamış, yola düşmüş. Tanrı, emanet heybesini onun omuzlarına yüklemiş, o da Tanrı'yla ahitleşmiş ve yeryüzünün yolunu tutmuş; çalışmak, toprağı ekmek, inşa etmek, düşünmek, aşk beslemek, tanımak, yaratmak üzere, ve dünyada Tanrı'nın halefi olmak için İİsmi "Adem"miş. Adem'in iki oğlu olmuş. Birinin adını Kabil koymuş, ötekinin ismini ise Habil. Kâbil ve Habil, babaları bir, anneleri bir, Tanrıları bir, dinleri bir, özleri bir, ırkları bir... iki "kardeş"mişler; her şeyleri birbirinin aynısı, her şeyleri ortak: Sabah, elele tutuşarak Adem'in evinden çıkıp ormana gidiyor, birlikte avlanıyor, eve getiriyor ve birlikte yiyorlarmış. Sabah elele evden çıkıp denize gidiyor, balık tutuyor ve birlikte yiyorlarmış. Sofraları deniz, bahçeleri orman, tarlaları tabiat, tavanı gökyüzü, evlerinin avlusu yeryüzü, hayatları eşit, ilişkileri kardeşçe. Neleri varsa her ikisininmiş, Tanrı'nın malıymış, "ben" ve "biz” yokmuş. Bu şekilde yıllar geçmiş; tek Tanrı, tek dünya, tek ev, tek aile, tek aşk, tek baba, tek anne, tek ırk, tek din, tek iş, tek hayat... Tevhid varmış ve dolayısıyla: eşitlik. Eşitlik varmış ve dolayısıyla: kardeşlik Yıllar böyle akıp gitmiş, iyi ve hoş. Dünya güzel, hayat tatlı, imansa nur imiş. Hiçbiri kötülüğü tanımamış, çirkinliği görmemiş. Düşmanlık henüz yaratılmamış, ayrılık henüz ortaya çıkmamış, yalan, zulüm, Günlerden bir gün, Kâbil, ormandan getirdikleri mısır tanelerinin evlerinin bulunduğu mağaranın yakınına döküldüğünü ve orada yeşerdiğini görmüş. Zihninde şimşek çakmış, aklında zekice bir fikir belirmiş, gözünde yeni bir bakış açısı oluşmuş ve dünyayı başka türlü görmeye başlamış. Tabiata el atabilir, hile yapabilir, olmayanı varedebilir, toprakta bulunmayanı yetiştirebilirmiş. Toprağın çevresine bir hat çekmiş, oraya tohum ekmiş ve su vermiş. Yeşermiş! Bir gün Habil'in gözü kardeşinin tarlasına ilişmiş. Memnun olmuş. Tarlaya adımını atmış, heyecanla Kâbil'e seslenmiş. Bu büyük mucize dolayısıyla kardeşini tebrik etmek istemiş, bir avuç mısır tanesi almak için elini uzatmış [?] Birden arkasından bir el uzanmış, güçlü ve öfkeli. Bileğini sıkıca tutmuş: - Bir dakika! Bu toprak parçası "benim". Nasıl yani kardeşim? - Yani "senin" değil! Ben? Sen? Benim? Senin? Var? Yok? Sahip olma? Sahip olmama? İzin? Hak? Yasak? Bu yeni kelimeleri nereden öğrendin Kâbil? Kardeşim, konuştuğun bu dil neyin nesi?
Sayfa 65-68Kitabı okudu
·
128 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.