Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Hayatı belli şartlar altında yaşamaya buyur ediliriz. Hayat boyu böyledir bu. Doğduğumuz andan ölümümüze değin hep bu şartlar topluluğu bir şartlar topluluğu ile çevrelenmişizdir. Kimimizin babası sert, kimimizin ki fazla yumuşak, kimimizin annesi ilgisiz, kimimizin ki ise insanı boğacak kadar ilgilidir. İçinde yaşatıldığımız şartlar ilk olarak ailede şekillenir; buradan, yaşanılan topraklardaki iklim şartlarına dek geniş bir alana yayılır. Kimi insan soğuk, kimi sıcak, kimi yağmurlu, kimi kurak, kimi düz, kimi dağlık bölgelerde hayata buyur edilir. Kimisi madde şartların geniş olduğu, kimisi kısıtlı imkanlara sahip bir çevrede yaşarılmak durumunda kalır. Kimi insanın yaşadığı yerde hurma, kiminde patates, kiminde de balık temel yiyecektir. İnsan, içinde bulunduğu şartlarla çatışma yaşayabilir. Nefsin arzuları, istekleri ve tutkularıyla içinde bulunulan şartlar çelişebilir. İsteklerimize uygun düşmeyen durumlarla karşılaştığımızda veya fiziksel bütünlüğümüzü tehdit eden olaylar gerçekleştiğinde aklımıza ilk gelen çözüm, bu şartları değiştirmeye çalışmaktır. Burada kendiliğinden hatalı bir hal söz konusu değildir. İnsanın fiili dua ederek şartları değiştirmeye niyet etmesi kulluğunun da gereğidir. Ancak bazı dualar hemen kabul edilmeyebilir. Bazıları kabul edilmeyebilir. Birçok hal, bizim istek ve arzularımızın rağmına devam edebilir. Çok çalıştığımız halde üniversite sınavını bir türlü kazanamayabiliriz. Birçok kere söylediğimiz halde, eşimiz bir alışkanlığına bizim için değiştir(e)meyebilir. Gece gündüz dua ettiğiniz halde, kainatın Rabbi bir akrabamızın veya kendimizin hastalığına şifa vermeyebilir. Bu hayatta her şey her şeyi umabiliriz. Ama umduklarımızın çok azı verilebilir bize veya hiç verilmeyebilir. Kimi zamanında hiç ummadıklarımız İhsan edilir. İnsanın umduğunu bulamadığında, isteğine varamadığında, arzularına uygun bir yaşantıya ulaşamadığında yaşadığı duyguların adı, "engellenme"dir. Sınav da tam burada başlar: Umduğumuzu bulamadığımızda... Engellenme duygusu insanın yüreğine ateş gibi düşer, duygularını yakar. İçmizi bir sıkıntı basar. İstediklerimiz gerçekleşmediğinde şeytan fısıldamaya başlar. İçimizde, Yaratıcı'nın bizi terk ettiği, sevmediği, bizimle ilgilenmediği, bizi duymadığı ve görmediği duygusunu uyandırmaya çalışır. Yaşamak istemediğimiz bir halin, bir üzüntünün, bir olayın ortadan kalkmaması durumunda içine düşeceğimiz en büyük tehlike budur. Değişmesini istediğimiz şartlar topluluğuyla içsel yaşantılarımız arasında doğrudan bir bağlantı yoktur halbuki. Böyle bir bağlantı olduğunu varsayan velili aklımızdır. Aklımız yaşadığımız sıkıntının bu şartlar topluluğundan veya engellenme halinden kaynaklandığını, yani isteklerimiz gerçekleşmediği için mutsuz olduğumuzu sanır. "Şu olay olduğu için üzüntülüyüm, bu hali yaşadığım için mutsuzum, şu olay gerçekleşmiyor, bu yüzden sıkıntıdayım. " der. Peki insan, içinde bulunduğu şartlar topluluğundan memnun kalmadığında veya bunlardan zarar gördüğünü hissettiğinde ne yapacaktır? Böylesi durumların en çetinini peygamberler yaşamıştır. Çünkü onlar tüm insanlar model yaşantılar sunmak üzere gönderilmişlerdir. İnsanın bu dünya üzerinde yaşaması muhtemel olaylar da örnek davranışlar sergilemişlerdir. Onların karşılaştıkları engellenme durumlarında hayata geçirdikleri başa çıkma stratejileri bizim için en güzel modeldir. İbrahim Aleyhisselam'ın yaşadıkları, tam da aklımıza takılan "yaşadığım olaylar karşısında nasıl bir tutum takılmalıyım?" sorusu için mükemmel bir örnektir. Bilindiği üzere, Nemrut ilahlık davası bütünce Hz İbrahim tarafından ilzam edilmiş ve kavmi önünde mahcup duruma düşmüştü. Mağlubiyeti hazmedemeyen Nemrut büyük bir ateş hazırlattı. Hz İbrahim'i ateşe atıp onu yakacaktı. Ateş yakardı Kimse buna itiraz edemez, "Ateş yakamaz" diyemezdi. Nemrud'un aklının onu önerebileceği başka bir ihtimal yoktu. Olamaz dı da. Çünkü Nemrut o güne kadar ateşin yakmadığını ne görmüş ne işitmişti. Nemrut'un hazırlattığı ateş öyle büyüktü ki, yanına yaklaşılması imkansızdı. Ateşten çıkan alevler, uçan kuşları bile kavurup yere düşürüyordu. Bu ateş İbrahim'i de yakacaktı. Akıl bunu söylüyordu. Nemrut'un dünyasında başka bir ihtimal yoktu. Tek ihtimalli bir dünyada yaşıyordu o. Peki, Hz İbrahim nasıl davranacaktı? Ateşe atılmayı bekleyen bir insan ne yapar? Nasıl davranır? Kime yalvarır? Nasıl yalvarır? Yalvarırken ne söyler, ne ister? Bunu kendi kendime test etmek istemiştim. Olayı yaşadığımı hayal ettiğimde ilk aklıma gelen, Rabbime yalvarıp O'ndan ateşi söndürmesini istemek oldu. Çünkü ateş yakardı. Kainatın Rabbi ise isterse ateşi söndürebilirdi bu O'nun için çok kolaydı. Birinci tahminim doğru çıkmıştı. Hz İbrahim Rabbine dua etmişti. ikinci tahminimse yanlış. Ateşe atılmak üzere mancığına oturtulan İbrahim (a.s) havaya fırlatıldığı anda başka bir şey söylüyordu. Dudaklarında "Hasbinallahi veni'mel-vekil" sözleri dökülüyor, İbrahim kendinden vazgeçiyor, kendi kabullerini bir yana bırakıp kendini tamamıyla Yaratıcısına teslim ediyordu. Bir insan kendi çözümünden vazgeçiyor, kendisi bir çözüm dayatmıyorsa, ancak o zaman bir başka varlığı kendine vekil bırakabilir. Ancak kendinden vazgeçilen biri kendinden vazgeçen biri Rabbini vekil tutabilir "Allah bana yeter. O varsa, her şey var. O ne güzel vekildir!" diyebilen İbrahim, Rabbine kendini vekil kıldı. Kainatın Rabbi, aklımızın beklediği gibi ateşi söndürmedi. Çünkü Rabbin sonsuz çözüm yolları vardır. Sonsuz ilim sahibi yaratıcı için, rabbinin yaşadığı sorunların çözüm biçimleri de sonsuz çeşitlilik gösterebilir. O tek bir çözüm yoluna mahkum değildir. Yaratıcı ateşi emretti:"Ey ateş, serin ve selametli ol!" İbrahim ateşin içinde yedi gün kaldı. Ateş, Rabbinden aldı emre göre yanmaya devam etti, ancak İbrahim için serin ve selametli oldu. Cayır cayır yanan ateşin rağmına, İbrahim Aleyhisselam'ın gönlü serin ve selamet içindeydi. Ne korku vardı ne telaş. Ne ümitsizlik vardı ne de kaygı. İbrahim'in Rabbi vardı. Ve İbrahim Rabbini kendine vekil bırakmıştı. Onun vekili olan Rabbi, ateşin, kainattaki her varlığın ve kendisinin de Rabbi'ydi. Yalnızca O'na güveniyordu Hz. İbrahim. Peki Hazreti İbrahim Aleyhisselam ne istiyordu? Yalnızca Rabbini. O'nun önüne somut bir istekle çıkmamıştı. Örneğin, duasında "Allah'ım ateşi söndür! "diye bir istekte bulunmamıştı. Çünkü Rabbi karşısına "Ateşi söndür!" şeklinde bir duayla çıkmakla bile determinist bir taraf vardı.O, ateşin yakmasının ateşin kendisine ait bir özellik olmadığını, ateşi yakıcı kılanın Rabbinin ateşin yakmasının dilemesi olduğunu biliyordu. Ateş ancak Rabbinin izni ve emriyle yakardı. Aslında yalan, Yaratıcı idi. Nemrut'un tek seçeneği vardı: Ateş mutlaka yakacak, İbrahim mutlaka ölecekti. İbrahim içinse seçenekler sonsuzdu. Çünkü İbrahim'in Rabbi vardı. Yakan ateş değildi. Yakan onun Rabbi idi. Onun Rabbi vardı. Rab için bir sorunu çözmenin sonsuz seçeneği mevcuttu, hangisinin en iyi olacağını o bilirdi. Bu yüzden İbrahim, Rabbine yalnızca "Benim vekilim Sensin!" diyordu. Senin vereceğin her şeye razıyım. Ne yaparsan yap, benim için en iyi ve güzeldir. Sen mutlak ilminle ve kudretinle bana nasıl yardım etmeyi diliyorsan, öyle yardım et. Bu olaydaki başka bir dikkat çekici nokta, Cenab-ı Hakk'ın ateşi söndürmeyip onu İbrahim (a.s)için serin ve selametli kılınmasıdır. O, isteseydi kulu İbrahim için O çok büyük ateş yığınını söndürebilirdi. Oysa ateşi söndürmemiş, İbrahim için serin ve selametle kılmıştı. Böylece, zihinlerimizdeki "ateş yakar" kabulü yanlışlanarak ateşin ancak O'nun emriyle yandığı gerçekliği vurgulanmış, bir yandan da ateşin her zaman yakmayacağı gösterilerek kendi kişisel hayatlarımızda karşılaştığımız sorunlar için bir çözüm modeli oluşturmuştu. Aslında hepimizin hayatı, tıpkı İbrahim'inki gibi ateşlerle dolu. Musibetler, isteklerimizle bağdaşmayan olaylar, kısaca sınava tabi tutulduğumuz bütün haller, birer ateş hükmünde bizi çepeçevre kuşatıyor. Böyle durumlarda sebeplere takılıp kalan ve "ateş yakar" hükmüne inanan aklımızın önerdiği çözüm, hemen ateşin söndürülmesi. Yani maruz bırakıldığımız, yaşamak zorunda kılındığımız halin hemen ortadan kaldırılması. Şartları değiştirmek, hoşumuza gitmeyen koşulları alt etmek için canhıraş bir mücadeleye girişiyoruz. Kendimizden ve çevremizdeki insanlardan medet umuyoruz. Bazen de Rabbimizden istiyoruz. Ne istersek isteyelim, Rabbimizden istemek, Onunla kurduğumuz ilişkide iyi bir noktayı temsil eder. Bununla birlikte, nasıl istediğimiz de son derece önemlidir. İbrahim a.s gibi isteyebiliyor muyuz? O, meselesinin halledilmesini tümüyle Rabbine bırakmış; hiçbir ön şart koşmamış; Rabbimden ateşin söndürmesi için bir istekte dahi bulunmamıştır. Böylesi bir İsteği bile, meselenin nasıl halledilmesi gerektiği konusunda bir dayatma olarak algılamış ve bunu kulluğun edebine uygun bunu kulluğun edebine uygun bulmamıştır. Çünkü onun zihninde "ateş Rabbinden aldığı emirle yatak" gerçeği vardır. Biliyordu ki Rabbin sonsuz çözümlerin sahibiydi. Rabbimiz kim isteklerimizi reddedebilir. Bir dizi şartlar topluluğunda yaşamamızın uygun olacağına hükmedebilir. Hz İbrahim'in bir hafta ateşte tutulması gibi... Bu durum bir rahmetsizlik bir adalet ve adaletsizlik işareti değildir. Çünkü yanmaya devam eden ateşin Rabbinin emriyle yakmaması gibi değişmeyen şartların ve durumların bizi yakmaması, yani duygularımızı olumsuz yönde etkilememesi, incitmemesi ve hatta bizim için serin ve selametli olması mümkündür. Umduğumuz halde verilmeyen, istediğimiz halde değiştirilmeyen durumlar karşısında dua etmeyi kesmemeli. insan Rabbine iltica ederek bu ateşin kendisini yakmamasını Rabbinden isteyebilir. İçinde bulunulan şartlar değişmeyebilir, ancak insan Rabbine iltica ederek bu şartlardan etkilenmeyebilir. Kainatın Rabbi için çözümler sonsuzdur. O isterse şartları değiştirir; isterse o durumların, olayların, şartların, musibetlerin bizi yakmasını, etkilemesini engeller. Yaratıcı bize her istediğimiz şartı değiştirmeyi her istediğimizi yerine getirmeyi taahhüt etmiyor. Ancak O'na sığındığımız ve O'nu vekil tutabildiğimiz ölçüde, değişmeyen şartların bizi etkilemeyeceğini, ateş gibi yakmayabileceğini taahhüt ediyor. Bı tutumunuza karşılık, "Ey musibet/durum/ olay! Serin ve selametli ol! "emrini veriyor. Her şartın, her halin, her musibetin, her olayın Rabbi O'dur. Her durum O'nun emri altındadır. o'na dayanınca insanın kalbine düşen hiçbir ateş duygularını yakmayacak, aksine serin ve selametli olacaktır. insanı her halükarda yakacak tek ateş O'nsuzluk ateşidir.
·
100 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.