Gönderi

Annem İçin
Öldükten beş gün sonra geldin rüyama. Babaeski’deki eski evin oradasın. Hayır gelin çıktığın ev değil, diğeri. Biz çocukken her yazları kardeşlerinle, kuzenlerimle bir araya geldiğimiz eski mezarlığın oradaki ev. Evin bahçesine çiçekler ekilmiş. 20 li yaşlarındasın. Sanırım hiç evlenmemişsin. Bahçedeki çiçekleri suluyorsun. Çok mutlusun. O kadar mutlusun ki yüzünde gülücükler açıyor çiçeklere her su döküşünde. Saçların açık ve simsiyah... Gözümü açtığımda orada yoksun. Torununla odaya geçip ona “ben rüyamda babaanneni gördüm biliyor musun?” derken gözlerim doluyor. Anlamaz gözlerle yüzüme bakıyor. Yazık seni hiç hatırlamayacak. Birkaç sene sonra sormaya başladığında birlikte göründüğünüz fotoğrafları, videoları göstereceğim ve en çok seni seviyordu diyeceğim. Sonraki gün gene geldin. Bu seferki biraz karışık. Seni iyileştirmek için son çare hurafecilere gitmişiz. Hacı hoca gibi olanlardan değil de daha çok şu new age dedikleri kişisel gelişimcilerden. Fakat sen zaten iyileşmişsin, ayakta yanımızdasın ve insanlarla muhabbet ediyorsun. Hurafeci dolandırıcılara çok kızarım bilirsin. Bir tahta alıp adamın suratına suratına vuruyorum. Sonra uyanıyorum. Sonraki gün gelmedin. Sanki her gün gelmek zorundaymışsın gibi duvardaki tablonun köşesine iliştirdiğim fotoğrafınla konuşuyorum. Kızdın mı bana anne, neden gelmedin diye soruyorum. Yanlış anlama hesap sorduğumdan değil. İki gün üst üste gelmiştin ya o yüzden. Bekliyor insan yani. Bir sonraki gün mevlüt okutuyoruz senin adına. 150 ye yakın insan geliyor evimize. Bir o kadar da çevre dost esnaf konu komşu dışarıda ya da arayarak başsağlığı diliyor. Herkes bir işin ucundan tutuyor ve çok tecrübeli bir ekipmişiz gibi üstesinden geliyoruz. Bizimle gurur duyardın. İki gün sonra teyzem arayıp sizinle gurur duydum çok güzeldi mevlüt diyor. Muhtemelen senin söyleyeceklerine tercümanlık yapıyor. Arada küçük teyzem mesaj atıp nasıl olduğumu soruyor. “Bilerek mesaj atıyorum, belki Mert’le ilgilendiğin için müsait değilsindir diye aramıyorum” diyor. Halbuki ağlamaktan konuşamayacağımız için aramadığını ikimiz de biliyoruz. Birkaç gün sonra gene geldin. Yoğun bakım odasında ayaktasın. Üzerini giyinmişsin sanki birazdan çıkacakmış gibi. İyi görünüyorsun. Teyzemle camın dışından sana şakasına “seni sevmiyoruz” diyoruz. Sesimiz içeri gitmediği için dudaklarımızı okuyup, “ben de sizi seviyorum!” diye karşılık veriyorsun. Gülüyoruz. Sonra telefonum çalıyor, arayan küçük teyzem. Büyük teyzem içeri yanına geliyor, karşılıklı oturup muhabbete başlıyorsunuz. Teyzem telefonda “ablam nasıl oldu?” diye soruyor. Çok iyi, teyzemle muhabbet ediyorlar diyorum. Sonra uyanıyorum. Sanki orası yoğun bakım değil de normal bir odaymış gibi. Halbuki gerçekte öyle olmadı. Orada sana ayrılan bölmede bir başınaydın ve son nefesini verdiğinde yanında hiçbirimiz yoktuk. Sabahın bir körü telefonla arandık ve gelip cansız bedenini teslim aldık. Sen bilmiyorsun. Belki de biliyorsun. Bilmiyorum. - Dün seni ziyarete geldik. Seni toprağa vereli on beş gün olmuş. On beş gündür sensiz bu dünya. Ve sensiz bu dünya çok kötü anne. Seni çok özledim. Neyseki dün gece dördüncü kez geldin rüyama. Galiba senin evdeyiz. Bu arada biliyor musun önceden sana gelirken hep anneme gidiyoruz derdik. Artık babama diyoruz. Neyse. Ayakta ve çok sağlıklıydın. Seni doya doya öpüp kokluyorum. Çok gariptir ki kokunu bile alıyorum. Sanki gerçekmişsin gibi…     Artık olmadığın için çok kızgınım. Yanlış anlama sana değil. Sen çok iyi mücadele verdin. Verdiğin savaşa doktorlar bile şaşırdı. Öldün diye sana kızacak halim yok. Sen o hasta halinle neler neler başardın.    Benim şahsi olarak tanıdığım en başarılı kadın sensin. Neyse ki hayattayken sana bunu söyleyebildim. Ne kadar ikna oldun bilmem. Son günlerinde bile hala “kendimi sana karşı çok sorumlu hissediyorum” diyordun. Daha ne kadar iyi olabilirdinki halbuki.     Sana çiçekler getirdik dün. Mezarına özenle diktik. Sen olsan daha iyi bir düzen yapardın tabi. Biz senin kadar iyi değiliz. Ama gene de güzel oldu anne.    Teyzem aradı bugün. Attım kendimi dışarı dolaşıyorum sesinizi duymak istiyorum dedi. Canı sıkılmış belli. Yavaş yavaş hepimiz hayatımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Ama eminimki sadece benim değil diğer sevdiklerinin de aklına geliyorsun ve onlarında gözlerini dolduruyorsun. Ben evladınım diye diğerlerinin acısını küçümseyecek halim yok. Ben bir anne kaybettim, anneannem bir evlat, dayım ve teyzemler bir abla… Hepimizin bir şeyiydin sen. Henüz bebekken ölen iki kız bir erkek kardeşin varmış senin, Zübeyde, Nilgün ve Erol. Ne garip bak iki kız bir erkek kardeşi bırakıp, iki kız bir erkek kardeşinin yanına gittin.     Yarın 23 Nisan olduğu için tatilmiş Gül’e. Hayatta olsan yapacağı şey sana gelip daha sonra seninle kahve içmeye gitmek oldurdu. Kaç tane gelin boş günlerini kayınvalidesiyle geçirmek isterki? Öyle iyiydin ki gelinlerin seni öz anneleri gibi sevdiler.     Anneannem ara ara ağıtlar yakıyor. Anneannemi bilirsin hepimizin yerine haykırıyor aslında.     - Dün Gül’ün doğum günüydü. Yapay zekadan onun doğum gününe özel bir şarkı hazırladım. O kadar içime sindiki çıldırdım şarkıyı bir an önce sana dinletip fikrini almak için. Olmadı tabi. Teyzemleri arayıp içimi döktüm. Bize gönder teyzecim annenin zevklerini biliyoruz biz de yorum yaparız dediler. Bu arada Filiz teyzem de seni rüyasında görmüş. Rüyanın teması gene çiçeklermiş. Belgin yenge de benzer bir rüya görmüş biliyor musun? Ne garip hepimiz seni çiçekler içinde görüyoruz. Ne diyordum, Gül’e hazırladığım şu sürpriz şarkı. Büyük bir hevesle yaptığım ve bir halt becerdiğimi düşündüğüm o olay sırf sana gönderemediğim için bir ızdıraba dönüştü. Var öyle bir söz, istersen dünyanın en önemli işini başar, bu mutluluğunu paylaşacak sevdiklerin yoksa o başardığın şey ödül olmaktan çıkıp bir işkenceye dönüşüyor. Gene de yaşamaya devam ediyoruz bir şekilde anne. Akşam çocuklar kapıda pastayla gelip Gül’e sürpriz yaptılar. Babam da sağ olsun güzel bir çiçek göndermiş. Mert parçalamasın diye kitaplığın üzerine koyduk. Özür dilerim kitaplığı sen öldükten sonra aldık ne bileceksin. Böyle oluyor işte anne. - Tam üç haftayı geride bıraktık annem. Üç haftadır hiç hak etmediğin bir yerde toprağın altındasın. Saçma şalak insanlar hayattayken sen gencecik yaşında bir karış toprağın altında çürüyorsun. Geçen gün kitaplarımın arasında senin hatıra defterini buldum. Eve yeni koyduğum kitaplığımı baş köşesinde artık. Başucu kitaplarından biri olacak artık oda. İlk sayfasında dedem özetle herkes göçüp gitmiş yok olmuş burası mı kızıma hatıra kalacakmış demiş ne garip.  Hele ki Sevil teyzemin 1988 yılında sen henüz yeni evliyken ve ben daha doğmamışken yazdıkları çok manidardı. Belki bir gün yeğenlerim bu defteri okuyup duygulanır demiş. Dediği oldu. Yazdığı manilerden birinde şöyle diyor, keşke seni alan dert beni de götüreydi. Biraz ürkütücü açıkçası. Teyzeme yolladım. Sanki bugünkü düşüncelerim gibi dedi. Tabi o zamanlar Uğur dayım ve Filiz teyzem nispeten daha küçük oldukları için çok dolu şeyler yazmamışlar. Filiz teyzem demişki, ablacım, senin en mutlu kardeşin benim. İstemsiz bir tebessüm oluştu yüzümde. Küçük bir kızın kaleminden çıktığı çok belli olan masum temiz cümleler. Ne güzel hatıralar.   Bugün babamı bize çağırdı Gül yemeğe. Kıyafetlerini ayarlayacaklar yavaştan. Babam hiç istemiyorum sanki bir gün gelip giyecekmiş gibi geliyor diyor. Bakalım artık acelesi yok. Ama vasiyetini yerine getireceğiz merak etme. Hepsi olmasada çoğu yardım vakfına gidecek. Ama dediğim gibi hepsi değil. Çünkü biz o çekmeceleri açtığımızda bir bomboş görmek yerine senin üç beş parça kıyafetini görmek istiyoruz.     İsviçreli psikiyatrist Elisabeth Kübler-Ross 1969'da yayımlanan Ölüm ve Ölmek Üzerine adlı kitabında, hastalara ölüm teşhisi konduğunda hangi duygusal aşamalardan geçtiğine dair bir sınıflandırma yapmıştı.    İnkâr: "Hayır, ben değilim, doğru olamaz bu"  Öfke: "Niye ben?"  Pazarlık: "iyi tavır" yoluyla ölümü geciktirme çabaları  Depresyon: hastalığa tepki gösterme ve ölüme hazırlanma sürecinde yaşanır  Kabullenme: "Çıkılan uzun yolda son durak noktası"  Kübler-Ross bunları "savunma mekanizmaları, çok zor durumlarla başa çıkma yolları" şeklinde tarif etmişti.    Annem şimdi sen son zamanlarında hangi aşamaları ne şekilde yaşadın orası karışık ama bu teori sedece ölmek üzere olan değil geride kalanlar içinde geçerli.     Ben hala kabullenme aşamasına gelemedim mesela. İnkar, öfke, pazarlık ve depresyonu karışık bir şekilde yaşıyorum. Fakat bu aralar daha çok pazarlık aşamasındayım. O da şöyle oluyor, mesela hastanede kaldığımız üç aylık evrede ara ara iyi olduğun zamanlarda çektiğimiz fotoğraflar ya da videolara bakarken, "ulan tam da bu noktada acaba başka bir doktora mı gitseydik acaba" diye düşünüyorum. Ya da atıyorum 15 sene önce sana ettiğim bir lafı düşünüp, "keşke öyle demeseydim" falan diyorum.   Ben şu anda bu satırları gecenin birinde oturma odasında yazıyorum. Gül ve Mert köşe koltukta uyuyakalmışlar. Haylaz bugün bizi çok yordu. Bir görsen varya anne nasıl hareketlendi. Tam bir şebek. Çok güldürürdü seni şu halleriyle. Belki görüyorsundur. Teyzemler buna canı gönülden inanıyorlar. Senin ruhunun dolaştığını düşünüyorlar. Bilmiyorum anne bu tür şeylere karşı inançsız olduğumu bilirsin. Peki içten içe yoksa böyle bir inancım bunları ne diye yazıyorumki?  - Dizilerde filmlerde doktorları nasılda kahraman gibi gösteriyorlar. Halbuki bu kahraman doktorların sayısı gerçekten çok az. Ve bizim onlara ihtiyacımız olduğu zamanda maalesef sistemin kokuşmuşluğundan ötürü haklı olarak kaçıp gidiyorlar. Her yıl binlerce insan tıp tercih ediyor bir sürü yeni doktor çıkıyor diye bunu sorun etmiyorlar. Fakat işini severek düzgün bir şekilde yapmadıktan sonra, ya da içinde insan sevgisi olmadıktan sonra sırf sayısal zekan iyi diye doktor olunca problem çıkıyor. Yozlaşmış sistemin içinde iyi olanlarda yozlaşıyor ve koyuveriyor. Ezbere sistem, ezbere tedavi. Düşünüyorum anne, sen iyi bir savaşçıydın ve bu ölümcül hastalığa karşı iyi dayandın. Fakat bence yerinde etkili tedavilerle biraz daha yaşayabilirdin. Bence seni hayatta tutan en önemli şey yaşamak için olan motivasyonun olmuştu. Sana ilk teşhis konduğunda ve acilen ameliyat olman gerektiğinde seni ileride gelinin olacak kızla tanıştırdım. O andan itibaren gözlerini kapattın ve yapacağın düğünün hayalini kurdun. "Ben iyileşeceğim, kızımı alacağım" diyordun. O zamanlar psikolojik destek için seni yönlendirdikleri salak psikiyatırın dedikleri aklımda. "Ne hayalin var Züleyha?" "Çocuklarımı evlendirmek istiyorum." "Yooo onlar sen olmadan da evlenirler. Senin kendin için ne hayalin var." Yıllarca okumuş etmiş empati yoksunu geri zekalı doktor seni. Kitabın ortasından ezbere konuşuyorsun. Takma kafaya da de tam olsun. Çoluk çocuk sahibi olmadığında belli. Senin meslek büyüğün görmüş geçirmiş Victor Frankl, İnsanın Anlam Arayışı kitabında derki, yaşamak için bir amacı ve motivasyonu olan insan şartlar ne olursa olsun yaşama tutunur. Kaldıki bizde kardeşimle geri zekalı insanlar değildik. Sırf annem torun sevecek diye sevmediğimiz insanlarla evlenecek halimiz yoktu. Neyseki kardeşim de ben de aşık olduk ve düzgün insanlarla evlendik. Bu süreçte en büyük destekçim oldun anne. İtiraf edeyim sen olmasan işimiz çok zordu bizim... Bunlara tutunuyoruz işte anne. Bunlarla kandırıyor, avutuyoruz kendimizi. En azından bu süreçte iki evladını evlendirdi. En şaşalı düğünleri yaptı. Torununu kucağına aldı. Sadece iki sene de olsa onla oyalandı. Tabi bunlar o kadar da fazla su serpmiyor yüreğime. Gene üzülüyorum. Hepimiz üzülüyoruz. Mesela ben şu an sana gelmek istiyorum anne. Seni çok özledim. Kızlar dün kıyafetlerini topladılar. Vasiyet ettiğin gibi hepsi yardım kuruluşlarına gidecek. Ama gene de dolaplarında üç beş parça eşyanı bıraktık. Dedim ya açtığımızda boş görmemek için. Belki bir gün bir mucize olur geri gelirsin. Yaşar üstadımın dediği gibi, O iyi insanlar o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna insanın piçine kaldık... - Gene geldin anne. Ve bu sefer özlemini kurduğum o rüyayı gördüm. Hep beraber sofrada oturmuştuk. Tıpkı eski günlerdeki gibi. Bana baktın, "Murat..." dedin, "özlemişim seni." "Ben de seni özledim annem."
··
353 views
Maya Ahmedova okurunun profil resmi
Çok etkileyici ama bir o kadar da çok acı yaşamayan bilemez... Ama öyle güzel anlatmışsınız ki ben bile tanımadığım halde sevgi duydum annenize, toprağı bol çiçekleri çok olsun🙏🍀
Murat Kesgin okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim...
Fatma Bilibil okurunun profil resmi
Kaleminize sağlık.
Murat Kesgin okurunun profil resmi
Sizin de yüreğinize sağlık. Sağ olun.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.