Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Anna Karenina
Rus yazarının insani kabahate ve suça bakışında açıkça görülüyor ki insanı anormallikten, dolayısıyla suçtan ve günahlardan ne karınca yuvası, ne "dördüncü sınıfın" zaferi, ne yoksulluğun ortadan kaldırılması, ne de emeğin örgütlenmesi kurtarabilir. Bu, müthiş bir derinlikle ve güçle, bu zamana kadar bizde görülmeyen sanatsal anlatım gerçekliğiyle, ruhbilimsel olarak bu yapıtta dile getirilmiştir. Kötülüğün, sosyalist-doktorların varsayımlarından daha derinlerde, insanoğlunun içinde gizli olduğu elle tutulacak kadar açıktır, hangi toplumsal düzende olursa olsun kötülükten kurtulamazsın, günahın ve anormalliğin kaynağı olan insan ruhu aynı kalır ve nihayet insan ruhunun yasaları o kadar bilinmez, bilime o kadar yabancı, o kadar belirlenmemiş, o kadar gizlerle doludur ki, hayır, ne doktor, ne de kesin yargıçlar bulabilirsiniz. "İntikam benim, iyiliğin ve kötülüğün karşılığını yalnızca ben veririm!"¹ diyen sadece O'dur. Bu dünyanın bütün gizini ve insanoğlunun kesin yazgısını bir tek O bilir. Kişioğlu, kusursuzluğunun kibriyle, şimdilik hiçbir çözüm arayışına girmemiştir, zamanlar ve süreler henüz gelmemiştir. Beşeri yargıç kendisinin kesin yargıç olmadığını, günahkâr olduğunu, teraziyi elinde tutarken henüz çözülmemiş sırrın yasası önünde eğilmiyor ve tek kurtuluşa -Merhamete ve Sevgiye- başvurmuyorsa bu terazinin gülünç olacağını bilmek zorundadır. Yolunun ve alınyazısının bilinmezliğinden, kötülüğün gizemli ve uğursuz kaçınılmazlığından umutsuzluk içinde yok olup gitmemesi için insanoğluna çıkış yolları gösterilmiştir. Romanın ana kahramanı ölümcül hastalıkla yatağında yatarken, suçluların, düşmanların birdenbire kardeşçe duygular içinde birbirlerini bağışlayan, karşılıklı olarak kendilerini bağışlatan yüce varlıklar haline geldikleri; ikiyüzlülüğü, suçu üzerlerinden attıkları ve böylece bir anda buna hak kazandıkları, eksiksiz bilinçle kendi kendilerini akladıkları romanın en güzel sahnesinde, sondan bir önceki bölümde yazar bunu dahice bize gösteriyor. Ama sonra, romanın bitiminde, o iç karartıcı korkunç, adım adım izlenen insan ruhunun düşüşü sahnesinde; o karşı konulmaz durumun anlatımında, kötülüğün insanın benliğine egemen olarak onun her hareketini bağladığı, her türlü direnme gücünü ve düşüncelerini, ruhuna çöken öç tutkusuyla, bile bile ışık yerine gönülden kabul ettiği karanlıkla mücadele isteğini felce uğrattığı o sahnede, teraziyi elinde tutan beşeri yargıç için çıkarılacak o kadar ahlak dersi vardır ki hiç kuşkusuz korku ve şaşkınlık içinde şöyle haykırırdı: "Hayır, her zaman intikam olamam ben, her zaman ben bedel ödetmem!" ve kurtuluş için sürekli gösterilen ışığı küçümsediği ve bilinçli olarak yadsıdığı için düşmüş suçluyu insafsızca suçlamazdı, en azından tümüyle uygulamazdı... Edebiyatımızda böylesine güçlü düşünceleri yansıtan yapıtlarımız varsa, neden zamanla kendi bilimimiz, toplumsal ve ekonomik çözümlerimiz olmasın? Avrupa neden bizim özgünlüğümüzü ve kendimize özgü sözümüz olduğunu kabul etmesin? İşte kendiliğinden ortaya çıkan sorular. Doğa bizlere sadece yazın yeteneği bağışlamıştır gibi gülünç bir görüşü kabul etmek mümkün değildir. Gerisi tarihin, nedenlerin ve dönemin koşullarının sorunudur. Avrupalıların hüküm vermesini bekleyene kadar, hiç değilse bizim Avrupalılar böyle bir sonuca varsalardı....
Sayfa 896 - 897 Yapı Kredi YayınlarıKitabı okudu
·
32 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.