Gönderi

"Sen akıllı bir adamsın, dostum John; iyi mantık yürütürsün ve nekān gözüpektir, ama çok fazla önyargılısın. Gözlerinin görmesine ya da kulaklarının duymasına izin vermiyorsun ve günlük yaşamınin dışında olan şeylerin senin için değeri yok. Anlayamayacağın, ama yine de var olan şeyler olduğunu düşünmüyor musun; bazı insanların görebildiği, ama diğer insanların göremediği şeyler? Ama bir insanın gözleri ile izlenmemesi gerekene ski ve yeni şeyler vardia bilirler ya da bildiklerini sanırlar çünkü başkaları onlara söyle miştir. Ah, her şeyin bir açıklamaya ihtiyacı olması bizim bilimimizin bir kusurudur ve eğer açıklanamıyorsa, o zaman ortada açıklanacak bir şey olmadığını söyler bilim. Ama yine de her gün çevremizde, bindilerini yeni sanan yeni inançların doğduğunu görürüz; aslın da bunlar yaşlıdır, gençmiş gibi yaparlar-operadaki güzel hanımlar gibi. Sanırım sen şimdi bedensel aktarıma inanmıyorsundur. Hayır mu? Ne de maddeleştirmeye. Hayır mı? Ne de astral bedenlere. Hayır mı? Ne de düşünce okumaya. Hayır mı? Ne de hipnotizmaya..." "Evet," dedim. "Charcot bunu oldukça iyi bir biçimde kanıtladı." Gülümseyerek devam etti: "Demek bu konuda tatmin oldun. Evet mi? Elbette nasıl işlediğini biliyorsun ve büyük Charcot'un fikirlerini, etkisi altına aldığı hastanın ruhuna dek takip edebiliyorsun-heyhat, ne yazık ki, öldül Hayır mı? O zaman, dostum John, sadece gerçeği kabul ettiğini ve öncülden sonuca giden yolun boş olmasına izin verdiğini mi düşünmeliyim? Hayır mı? O zaman söyle bana -çünkü ben beyin uzmanıyım- nasıl olur da hipnotizmayı kabul edersin, ama düşünce okumayı reddedersin? Sana söyleyeyim, dostum, bugün elektrik bilimi ile, onu keşfeden adamlar çok uzun olmayan bir süre önce sihirbaz diye yakılabilecek adamlar- tarafından günah sayılacak şeyler yapıyoruz. Yaşamın gizemleri hep vardır. Metuşelah nasıl dokuz yüz yıl yaşadı? 'İhtiyar Parr' nasıl yüz altmış dokuz yıl yaşadı, ama zavallı Lucy, zavallı damarlarında dört adamın kanı olduğu halde bir gün daha yaşayamadı? Çünkü, bir gün daha yaşamış olsaydı, onu kurtarabilirdik. Yaşam ve ölüme dair bütün gizemleri biliyor musun? Karşılaştırmalı anatomiyi tam anlamıyla biliyor musun ve neden bazı insanlarda hayvani yanlar olduğunu, bazılarında olmadığını söyleyebilir misin? Bana neden bazı örümcekler o kadar küçükken, o kadar kısa sürede ölürken, bir örümceğin yüzyıllarca eski İspanyol kilisesinin kulesinde yaşadığını, büyüdüğünü, büyüdüğünü ve aşağı indiği zaman tüm kilise lambalarının yağını içebildiğini söyleyebilir misin? Bana Pampalar'da ve başka yerlerde geceleığı gelen ve sığırların, atların damarlarını açan, açtıkları damarlareleyin rutan yarasaların nasıl var olduğunu söyleyebilir misin; nasıl Batı denizlerinin bazı adalarında bütün gün ağaçlara asılı duran yarasalar olduğunu, görenlerin onları dev cevizler ya da tohumlar olarak tasvir ettiğini, denizciler sıcak yüzünden güvertede uyurken onların üzerine uçtuklarını ve sonra - ve sonra sabahleyin adamların, Bayan Lucy kadar beyaz, ölü bulunduğunu söyleyebilir misin?" "Aman Tanrım, Profesör!" dedim irkilerek. "Bana Lucy'nin böyle bir yarasa tarafından ısırıldığını mı söylüyorsunuz ve 19. yüzyılda, Londra'da böyle bir şey olabildiğini mi?" Susmam için elini salladı ve devam etti: "Bana kaplumbağanın nasıl insan nesillerinden daha uzun yaşadığını açıklayabilir misin; neden filin hanedanlıklar görecek kadar yaşamaya devam ettiğini, neden papağanın, kedi, köpek ısırığı ya da başka bir hastalığa uğramadığı sürece asla ölmediğini? Bana neden insanların tüm çağlar boyunca ve her yerde, izin verilirse hep yaşayan bazılarının var olduğuna inandıklarını, ölemeyen erkekler ve kadınlar olduğuna inandıklarını? Hepimiz biliyoruz çünkü bilim doğruladı binlerce yıl boyunca kayaların içinde kapalı kalan kurbağalar var, onları dünyanın gençliğinden bu yana saklayan, küçücük deliklerin içinde. Bana Hint fakirinin nasıl öldüğünü, kendini gömdürdüğünü, mezarının mühürlendiğini, üzerine mısır ekildiğini, hasat edildiğini, ekildiğini, hasat edildiğini, ekildiğini, yine hasat edildiğini ve sonra insanların gelip mühürü kırdığını ve Hint fakirinin orada ölmemiş bir şekilde yattığını, ayağa kalktıp daha önceki gibi aralarında yürüdüğünü açıklayabilir misin?" Burada sözünü kestim. Şaşkına dönmüştüm; aklımı doğanın tuhaflıkları ve olası olanaksızlıkları ile öyle doldurmuştu ki, hayal gücüm alev almıştı. Bana bir ders verdiği gibi belirsiz bir fikrim vardı, uzun zaman önce Amsterdam'daki çalışma odasında yaptığı gibi, ama o zaman bana ders konusunu söylerdi, böylece tüm açıklama süresince o düşünce kafamda olurdu. Ama şimdi bana yardım etmemişti, ama yine de söylediklerini takip edebilmek istiyordum, bu yüzden şöyle dedim: "Profesör, bırakın yine en sevdiğiniz öğrenciniz olayım. Bana tezi söyleyin, böylece siz devam ederken bilginizi buna uygulayabilirim. Şu anda zihnimde, deli bir adam gibi noktadan noktaya gidiyorum, aklıbaşında biri gibi bir fikri takip edemiyorum. Sisin içinde bir çamur birikintisine dalan acemi gibi hissediyorum, bir ot kümesinden diğerine atlıyor, körlemesine, nereye gittiğimi bilmeden ilerlemeye çalışıyorum." "Bu iyi bir betimleme," dedi. "Eh, sana söyleyeceğim. Benim tezim şu: İnanmanı istiyorum."
Sayfa 217 - Dr. Seward'ın Günlüğü - 26 EylülKitabı okudu
·
58 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.