Gönderi

Ne düşünülürse düşünülsün ve ne istenilirse istensin, ne kadar dirençli olunursa olunsun, karanlığa bakmak, bakmak değildir, derin bir seyre dalmaktır. Bu olgulardan nasıl bir sonuca varmalı? Onların aynı hedefe yönelmeleri karşısında nasıl davranmalı? Bu basıncı ayrıştırmak mümkün değildir. Bu gizemli silsileyi hangi düş izler? Onların, sözün gevelemelerini andıran kalabalıklarında karanlıklaşan çapraşık, eşzamanlı, mırıldanan ne ipuçları vardır! Karanlık sessizliktir ama bu sessizlik her şeyi söyler. Buradan gizemli bir şekilde tek bir sonuç çıkmaktadır: Tanrı. Tanrı sıkıştırılamaz bir kavramdır. İnsanın içindedir. Kıyaslar, çatışmalar reddetmeler, sistemler ve dinler, bunu hiçbir şekilde eksiltemeden üstünden geçip giderler. Evrenin tüm o karanlığı bu kavramı doğrular. Ancak geri kalanındaki karmaşa o karanlığa ürkütücü derecede içkindir... Evren asılı durur; hiçbir şey düşmez. Kesintisiz ve ölçüsüz bir değişim, hiçbir aksilik ve zarar olmadan gerçekleşir. İnsan bu devinime katılır ve maruz kaldığı salınımın niceliğini kader olarak adlandırır. Kader nerede başlar? Doğa nerede biter? Bir olay ile bir mevsim, bir keder ile bir yağmur, bir erdem ile bir yıldız arasında ne fark vardır? Bir saatlik bir süre, bir dalga değil midir? Hareket halindeki çarklar, insana cevap vermeden kayıtsız devirlerini sürdürür. Yıldızlı gökyüzü çarkların, sarkaçların ve karşı ağırlıkların bir görüntüsüdür. Bu müthiş seyir, bir de derin mi derin düşüncelerle katmerlenecektir. Tüm gerçeklik budur ve üstelik tüm soyutlama da budur. Bunun ötesinde bir şey yoktur. Bu karanlığın hapishanesine ve insafına düşmüşüzdür. Kaçış mümkün değildir. Bütün bu bilinmezlik çarkının ve işleyişinin bir parçasıyızdır, içteki meçhulün dıştaki bir meçhulle gizemli bir ittifak içinde olduğu hissedilir. Bu, ölümün yüce ilanıdır. Bu ne büyük bir iç karaltısı, ama aynı zamanda da ne müthiş bir bahtiyarlıktır! Sonsuzluğa ait olmak, bu aidiyetle zorunlu olarak kendi kendine bir ölümsüzlük, kimbilir belki de bir sonsuzluk atfetmek, evrensel yaşamın bu olağanüstü tufanının dalgalarında kararlılığı batmayan bir ben hissetmek! Yıldızlara bakıp “Ben de sizin gibi bir ruhum!” demek, karanlığa bakıp “Ben de senin gibi bir uçurumum!” demek. Bu müthiş büyüklükler gecedir. Bütün bunların etkisi yalnızlıkla artıyor, bunlar Gilliatt’a ağır geliyordu. Bunu anlıyor muydu? Hayır. Bunu hissediyor muydu? Evet.
Sayfa 289 - 290, 4.Basım, Nisan 2021
·
43 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.