Gönderi

328 syf.
7/10 puan verdi
·
Read in 4 days
İncelemeye başlamadan önce milliyetçi ve tarihiyle gurur duyan bir insan olduğumu söylemek istiyorum. Zira yapacağım eleştiriler tarihe çamur atma içgüdüsü ile değil sadece okuduğum kitaba duyduğum hayal kırıklığından ileri geliyor. 'Muhteşem Süleyman ve Hürrem Sultan' Yavuz Bahadıroğlu'nun okuduğum dördüncü kitabı. İlk kitabı edindiğimde lise birinci sınıftaydım ve görüşlerine güvendiğim tarih öğretmenime yazarı sorduğumda ''Doğru bir yazar ama senin seviyenin altında. Daha bilimsel şeyler oku.'' demişti. Yine de benim bulduğum ilk kitap olan 'Kayıt Dışı Tarihimiz'i okumuş ve beğenmiştim. Öğretmenimin neden öyle söylediğini beş sene sonra, bu gece, dördüncü kitabı bitirdiğimde anlıyorum. Yazarın objektif olmadığı zaten herkesin kabul ettiği bir şey. Kitaplarını hikayeci, hatta savunmacı bir dille anlatıyor. Sanırsınız yüz küsur kitabını yalnızca yüzlerce yıl önce yaşamış insanları savunmak için yazmış. Cumhuriyet öncesi tarihimizi görmezden gelmek veya lekelemeye çalışmak beni de çok öfkelendirse bile tarihte olan yanlışları tamamen görmezden gelmenin de eşit derecede hatalı olduğunu düşünüyorum. Sonuçta tarihimizdeki hem doğrulardan hem yanlışlardan ders çıkarmamız gerekiyor. Ben öyle düşünüyorum. Örnek vermem gerekirse Pargalı İbrahim Paşa'nın hataları olduğunu, bu yüzden başını kaybettiğini kabul ediyor (bu kabullenişi yalnızca bir cümlede gördüm); ancak yanlışının neler olduğunu açıklamak yerine Paşa'nın daha önce yaptığı hayırlarla ve devlet adına aldığı doğru kararlarla savunmasına devam ediyor. Dediğim gibi yaklaşık bir hafta önce yazarın Yavuz Sultan Selim'i anlatan eserini okuduğum için bu kitaba da objektif bir tarih okuyacağım beklentisiyle başlamadım. Beni asıl hayal kırıklığına uğratan şey tekrara düşülmesiydi. Bunun, ilk başta, art arda gelen iki padişahın hayatlarını okuduğum için kaçınılmaz olduğunu düşündüm. Ne kadar rahatsız edici olsa da sonuçta bu padişahların kişiliklerinden bahsederken aldıkları eğitimin önemine de değinmeliydi ve bu yüzden her iki kitapta da Enderun Mektebini anlatması kaçınılmazdı. Birebir aynı cümleleri ikinci kez okumaktan biraz sıkılsam da içimde yazarı haklı çıkardığım için kitaba devam etmiştim. Ancak bir süre sonra kitap kendi içinde de tekrara düşmeye başladı. Kitabın başında söylediği bir özellikten kitabın ortasında veya sonunda tekrar söz açmıştı. Özellikle kardeş katli mevzusunda birkaç sayfada bir aynı cümleler karşıma çıkıyordu. Kardeş katli demişken... Birkaç sene öncesine kadar kardeş katline (ablalık içgüdülerimden midir nedir) hiçbir şekilde sıcak bakamıyor, kardeş katlini yasal gören kanunnameyi Fatih'in en büyük hatası görüyordum. Ne de olsa Fatih Sultan Mehmet dedem ben küçükken gemileri karadan nasıl yürüttüğünü anlattığından beri benim kahramanımdı. Ancak zaman geçtikçe ve dönemin şartlarını kavrayacak yaşa geldikçe durumun zaruretini kavramaya başladım. Fatih'in bu kanunnameyi dönemin hukukçularından (yani şeyhülislamdan) fetva alarak hazırlatmış olması yani İslam hukukuna uyuyor olması bir yana; dış güçlerin yaşayan şehzadeye mesela Cem Sultan'a neler yaptığını ya da yeniçerilerin işlerine gelmeyen durumlarda padişahı ''Kardeşin eksik olmasın'' diye alenen tehdit ettiğini öğrenince görüşlerimde ciddi değişmeler olduğunu kabul etmeliyim. Yavuz Bahadıroğlu da bu meseleyi bu şekilde görüyor; başa geçen padişahın kardeşlerini öldürmesini devlet için feda olarak daha da kutsallaştırıyordu. Gel gelelim aynı yazar Hürrem Sultan'ın Şehzade Mustafa'nın öldürülmesinde payının olmasını 'ana yüreği' diyerek masumlaştırma çabası bana samimi gelmedi. Evet, Şehzade Mustafa'nın dedesi Yavuz gibi babası henüz hayattayken padişahlık hazırlığına giriştiğini, bu yüzden kendi sonunu hazırladığını biliyorum. Yine de Hürrem Sultan'ı melekleştirmeye çalışması gözüme battı. Karakterleri ve olayları daha objektif bir şekilde iyisiyle kötüsüyle yazsa yazarın daha çok inandırıcı ve daha faydalı olacağı görüşündeyim. Zaten savunma politikasına girilmesine, masumlaştırılmasına ihtiyaç duyulmayan; dehalarla dolu, olabildiğince temiz bir tarihe sahibiz. Hazır Hürrem Sultan demişken, padişahın büyük aşkı kitabın adına da yazılmış. Ancak oldukça yüzeysel işlenmiş. Hürrem Sultan'ı karakteriyle, yaptığı hayırlarla ya da padişaha duyduğu aşkıyla biraz daha okumak isterdim. Yazarın Hürrem Sultan'ı ayrıca anlattığı bir kitabı var mı diye özellikle baktım ancak göremedim. Bir miktar hevesim kursağımda kaldı yani. Uzuuun uzun eleştirdikten sonra objektif olmadığını ve tekrara düştüğünü, düşeceğini bildiğim yazarın diğer kitabını neden okuduğuma gelirsek... Malum aydın gözükme çabasındaki pek çok yazarımız Osmanlı'ya bir türlü rahat vermiyorlar. İnsan aynı anda hem Atatürk'ü hem Osmanlı'yı sevemez gibi hareket ediyor ve ne kadar Atatürkçü olduklarını göstermek için çareyi Osmanlı'yı kötülemekte buluyorlar. Bundan kendi adıma oldukça rahatsızım. Ve hazır 'harem içindeki entrikalar' veya 'Osmanlı padişahlarının zevklerine düşkünlükleri yüzünden milletin ne kadar geri kaldığını' yazmayan bir yazar bulmuşken birkaç kitabını okumak istemiştim. Kitabın kesinlikle okunmayacak türde olduğunu söylemiyorum. Bence bütün o tarih düşmanları yazarların arasında bir soluk almak için, biraz da pozitif bir pencereden bakabilmek için okunmalı. Ama art arda birkaç kitabını değil. Muhtemelen kitapların içeriğini biraz unuttuğum zaman karşıma başka bir kitabı çıkarsa okurum. O zamana dek Yavuz Bahadıroğlu'nun okuduğum son kitabı. Herkese iyi okumalar.
Muhteşem Süleyman
Muhteşem SüleymanYavuz Bahadıroğlu · Paradoks Yayınları · 20131,289 okunma
··
288 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.