Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Atsız'ın Dostları ve Ziyaretçileri: Türk milliyetçiliğinin "uyutulma dönemi"nde Atsız'ın da faaliyetleri sınırlıdır. Günleri, yollarda ve Süleymaniye Kütüphanesi'nde geçmektedir. Tanıdıkların, kendisini merak eden Türkçülerin ziyaretlerinin de ardı arkası kesilmemektedir. Ya bilhassa öğle tatillerinde kütüphanede, ya da hafta sonları evinde sık sık ziyaret edilmektedir. Aslında Atsız'ın evi her zaman misafirlerle dolup taşmıştır. En eski ziyaretçileri arasında hocası Zeki Velidî Togan, meslektaşı Mükrimin Halil Yınanç, sınıf arkadaşı Orhan Şaik Gökyay vardır. Zeki Velidî, üniversite yıllarından beri Atsız'ın hocasıdır ve onun en değer verdiği tarihçidir. Asistanlık yıllarından beri hocasının, okunması çok zor yazılarını okuyup temize çekmektedir. Tarihçi Mükrimin Halil ile 1930'ların başından beri görüştüğünü tahmin edebiliriz. Muallim Cevdet'le ilgili yazısında Atsız şöyle diyor: “Bir akşam Doçent Mükrimin Halil bana geldi. Çok üzgündü. Cevdet Hoca can çekişiyor dedi." (Ergin 2005: 495). Muallim Cevdet'in ölüm tarihi 03 Aralık 1935'tir. Demek ki o günlerde Mükrimin Halil Atsız'ı ziyaret etmişti. “Bir akşam ... bana geldi" ifadesi, ikilinin sık sık görüştüğünü göstermektedir. Orhan Şaik ile Atsız 1927'den, üniversitenin ilk yılından beri yakın arkadaştır. 1933 yılında Malatya ve Edirne'de birlikte öğretmenlik yapmışlar, hatta Malatya'da aynı evi paylaşmışlardır. Gökyay görevle Ankara'ya gittikten sonra da yaz mevsimlerinde eşi Ferhunde Hanımla birlikte Atsız'larda yatılı misafir olmuştur. Sonrasını Yağmur Atsız'dan okuyalım: "O zamanlar -40'ların sonu yahut 50'lerin başı olacak, biz Maltepe'de oturuyorduk, onlarınsa Göztepe'de biraz bakımsızlığa yüz tutmuş bir köşkleri vardı. Sık sık birbirimize gider gelir, hattâ seyrek de olsa bâzen yatıya kalırdık... Atsız ve Orhan Amca'nın tuhaf bir âdeti vardı. Onlar da birbirlerine "Amca" diye hitap ederlerdi. "Orhan Amca" aşağı, "Atsız Amca" yukarı... Orhan Amca neş'eli ve hayâta bağlı bir insandı... İlerleyen yıllarda Atsız'ın gitgide artan bir bedbinliğe kapılmasını ise kabûl etmek istemez, onu teşvîk için zaman zaman dalgasını geçerdi: "Atsız Amca be, sen hayattan mütekaitsin!" (Yağmur Atsız 2005: 41-42). Maltepe'deki evi ve Atsız'ın misafirlerini öğrenmek için konuya Yağmur Atsız'dan devam edebiliriz: "Bizim Maltepe'deki ev âdeta bir akademi gibiydi. Bilim ve sanat âleminden pek çok değerli isim, iz bırakmış şahsiyetler sık sık Atsız'la sohbete gelirlerdi. Çok geniş bir yelpazeydi bu. İlâveten bâzı politikacıları, ayrıca bâzı 'müstakbel darbe-i hükümetçi' subayları da anımsıyorum. Türkeş'i zâten herkes bilir, onu kastetmiyorum. Ama meselâ aynı zamanda komşumuz da olan Nûman Esin bunlardan biriydi. Kardeşim Buğra'dan ve benden başka evin birkaç başka 'oğlu' daha vardı ya, işte 'Nûman Ağabey' de onlardan biriydi. Tıpkı 'Muharrem Ağabey' (Ergin) gibi... Ama bu 'oğullar'ı Büyük Atsız'ın şahsiyeti ve -var idiyse dehâsı kadar cezbeden bir başka âmil de zannedersem Bedriye Atsız'ın zarif husûsiyetleri ve sosyal tavrıydı... Atsız'ın takımına dönecek olursak... genç olup buna rağmen yine arkadaşı olanlar da vardı. Bunlardan en önemli ikisi Yılmaz Öztuna ile Muharrem Ergin idi. Tıpkı Muharrem Ağabey gibi Yılmaz Ağabey de benim fikriyâtımın ve şahsiyetimin teşekkülünde rol oynamıştır Behice Teyzem ve Kaplan Eniştem (Mehmet Kaplan) takrîben üç yıllığına Maltepe'de komşumuz oldukları sıra onlar da Annemin bu çevresine dâhil olmuşlardı... Tıpkı Remzi Oğuz Arık gibi âile dostu olarak nâdiren Atsız'la Süreyyâ Plajı'na da gidip biraz oyalanan... şahsiyetlerden biri de İsmâil Hâmi Dânişmend'di. İlk ziyaretlerini hayâl-meyâl hatırlıyorum. 1940 sonları İkinci Zevcesi Nâzan Hanım'la beraber gelirdi... Bize geldikleri zaman İsmail Hâmi ve Atsız bâzı sabahlar 'yüzlerini dinlendirme' karârı alırlar, yâni o gün tıraş olmazlardı. O âvâre yaz günleri büyük zevklerinden biri de tavla oynamaktı. İkisi de birbirini zar tutmakla itham ettiği için bu tavla partileri çoğu kez birer 'heyecan fırtınası' hâlinde geçerdi... İsmail Hâmi Bey içkiyi sevdiği için her akşam rakı sofrası kurulur ve bunlara zaman zaman başkaları da, meselâ Yılmaz Ağabey, katılırdı." (Yağmur Atsız 2005: 177-182). Muharrem Ergin, Balıkesir Lisesi'nde Nejdet Sançar'ın öğrencisiydi. 1943'te İ.Ü. Edebiyat Fakültesi'nde Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğrencisi olmuştu. O tarihten itibaren Atsız'ın evine devamlı gelenler arasındaydı. 1944 Mayıs'ında Atsız gözaltında bulunduğu sırada Maltepe'deki ev polisler tarafından aranırken Bedriye Hanım'ın yanında bulunanlardan biri de Ergin'di. Ölümü üzerine yazdığı bir yazıda Yılmaz Öztuna da Atsız'la dostluğunu anlatır. 1951 yazında İsmail Hami Danişmend'in evinde tanışmışlardır. Öztuna o sırada 21 yaşındadır: "Tam 24,5 yıl, çeyrek asır süren bir gerçek ve nâdir tesadüf edilen dostluktu... Atsız'la çeyrek asır ayda birkaç defa mektuplaştık. 1957'ye kadar benim daha çok Paris'te yaşamam bu âdete yol açmıştı." (Öztuna 1976; 42, 47). Paris'te olmadığı zaman Öztuna'nın Atsız'ı sk sık evinde ziyaret ettiği Yağmur Atsız'ın yukarıdaki kaydından anlaşılmaktadır. Haydarpaşa Lisesi'nden talebeleri Altan Deliorman ve Erk Yurtsever ile onların akranı ve arkadaşı olan İsmail Hakkı Gökhun da Atsız'ı sık ziyaret edenler arasındaydı. Muhtelif şehirlerden, bir vesileyle İstanbul'a gelen Türkçülerin de ilk uğrak yerlerinden biri Atsız'ın evi veya kütüphaneydi. Altan Deliorman misafirlikleri ve ziyaretlerini şöyle anlatıyor: "1953'ün yaz tatilinde Atsız Ankara'ya gitmiş, orada kardeşi Nejdet Sançar'ın evinde misafir kalmıştı. Bir müddet sonra döndüğünde, Maltepe'ye onu ziyarete gitmiştim. Çok neşeli bir günündeydi. Hayli misafir vardı. Ailece görüştükleri kimseler az olduğu için, misafirlerle Atsız meşgul oluyordu. Hanımı da onların çoğunu tanıyordu. 1944 hâdiselerinde çileyi müşterek çekmişlerdi. O kara günlerden kalma dostların sayısı az değildi. Sonraki yeni tanışmalarla Atsız'ın çevresi oldukça genişlemişti. Misafirsiz kaldıkları gün pek azdı." (Deliorman 2000: 96). "Atsız, 1952'de öğretmenlikten alınıp da kütüphanede bir memuriyete tayin edilince, onu ya evinde ziyaret ederek, yahut da çalıştığı yere, Süleymaniye Kütüphanesi'ne giderek görebiliyorduk. Ev ziyaretleri daha çok özel bir mânâ taşıyor, bazen önceden sözleşerek gerçekleşiyor ve daima uzun sürüyordu. Süleymaniye Kütüphanesi kısa ve habersiz görüşmeler için daha uygundu. İstanbul Hukuk Fakültesi, Süleymaniye Kütüphanesi'ne çok yakındı. Belki birkaç yüz metre. Ben, 1955'ten sonra Hukuk Fakültesi'nde okuyor ve bir taraftan da gazetecilik yapıyordum. O zaman dersler öğleye kadardı. Ders saatleri tamamlanınca -hele gazetede acele bir işim de yoksa Atsız'a uğrayıp onu görmek bende bir tutku hâline gelmişti." (Deliorman 2013: 205-206). Erol Güngör ile Mehmet Çavuşoğlu'nu da listeye dâhil etmek gerekir. Onlarla ilgili bilgiyi de yine Yağmur Atsız'dan aktaralım: "Erol ve Mehmet benim Haydarpaşa Lisesi'nden arkadaşlarımdı. Erol sınıf arkadaşım, Mehmet'se paralel sınıftan arkadaşım... İkisi de bizim evin 'ilâve oğullar tâifesi'ne mensubdu. Sıkça gelir giderler ve yemeğe de kalırlardı." (Yağmur Atsız 2005: 96). Erol Güngör ile Mehmet Çavuşoğlu 1956'da liseyi bitirdiklerine göre demek ki 1954-55 yıllarından itibaren Atsız'ın ziyaretçileri arasına katılmışlardır. Aynı tarihlerde Atsız'ı sık ziyaret edenler arasında Yücel Hacaloğlu da vardır: "Liseyi bitirince 1955 yılında İstanbul'a gitmiştim. İlk ziyaret ettiğim kişi Atsız'dı... Atsız'la 1970 yılına kadar, en az haftada iki gün Süleymaniye Kütüphanesi'nde ve ayda bir iki defa da Maltepe'deki evinde buluşurduk. Bu buluşmalarda çeşitli kesimlerden gençler, üstat şahsiyetler, şairler, edipler bulunurdu. Orhan Şaik Gökyay'ı, Prof. Dr. Zeki Velidî Togan'ı, Dr. İzzeddin Şadan'ı, Tahsin Demiray'ı, Çağatay Uluçay'ı, Yılmaz Öztuna'yı, Prof. Dr. Osman Turan'ı, Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu'nu, Prof. Dr. Faruk Sümer'i, Prof. Dr. Mükrimin Halil Yınanç'ı, Prof. Dr. Abdülkadir İnan'ı, Nihad Sâmi Banarlı'yı, Mahir İz'i, Necip Fazıl'ı onun yanında görmüş ve tanımıştım." (Hacaloğlu; Körüklü-Yavan 2000: 163). Atsız ailesinin görüştükleri arasında Maltepe'de komşuluk yaptığı kimseler de vardır. Bunlardan biri Şevki Mutlugil Paşa idi: "Şevki Mutlugil... 1950'lerin, yanılmıyorsam başlarında, Atsız'la tanıştığı sıralar artık emekliye ayrılalı epeyi olmuştu. Son görevi MİT'in yâni o zamanki adıyla 'Millî Emniyet Teşkilâtı'nın, İstanbul Bölümü Yöneticiliği idi... Şevki Paşa ikindi gezintilerinden sonra bazen Atsız'a uğrar, çay içip sohbet ederdi. Atsız çok iyi çay demlerdi. Sevdiği misafirleri için de bu işi evdeki yardımcılarına bırakmaz, bizzat üstlenirdi." (Yağmur Atsız 2005: 33-35). Aslında Atsız, Şevki Mutlugil'i Ağustos 1946'dan beri tanıyordu. Çünkü Askerî Temyiz "ırkçı-Turancı"ların mahkûmiyet kararlarını bozduktan sonra dava 2. Sıkıyönetim Mahkemesi'ne aktarılmış ve 05 Ağustos 1946-31 Mart 1947 arasındaki 29 oturumda duruşma hâkimliğini Albay Şevki Mutlugil yapmıştı. Bilindiği üzere bu mahkeme Atsız ve arkadaşlarını beraat ettirmişti. Tanışıklığın daha önceye uzanması ihtimali de vardır; çünkü Mutlugil, Alparslan Türkeş'in Harp Okulu'nda hocası idi. 1960 yazında Atsız'ı ziyaret eden Altan Deliorman da evde Şevki Mutlugil ile karşılaşmıştı (Deliorman 2000: 128). 1950'lerde Atsız'ın evini ziyaret edip onunla dostluk kuranlar arasında Faruk Güventürk de vardır. Kore'den dönen Binbaşı Faruk Güventürk, Maltepe yakınındaki Atış Okulu'na tayin edilince Atsız'ı sık sık ziyaret etmiştir (Ötüken 54, Haziran 1968: 3). Yağmur Atsız sık görüşülen komşular arasında İsmet Oran ve eşi Fevziye Oran ile gazeteci Sacit Öget'i de sayar. 1944'te Bedriye Atsız gözaltına alınıp götürüldüğü zaman 4,5 yaşındaki Yağmur'u sahiplenen Fevziye Oran olmuştu (Yağmur Atsız 2005: 189, 201-202). Nihayet iki hanedan mensubunu anmak gerekir: İkinci Abdülhamid'in kızları Ayşe Sultan ile Şadiye Sultan. 1952'de İstanbul'a dönen Ayşe Sultan'la ilgili hatıralarını Yağmur Atsız şöyle anlatıyor: "Atsız, İsmail Hâmi Dânişmend ve Yılmaz Öztuna sâyesinde ben de bu iki İmparatorluk Prensesi'ni bizzat tanımak mazhariyetine eriştim. Şâdiye Sultan'ı daha az tanırdım. Delişmen bir Hanımdı. Ayşe Sultan ve Annesi Müşfika Kadınefendi ile biraz daha sıhriyetimiz var gibiydi. Bana öyle gelirdi. Onlar bizim Maltepe'deki harabhâneye gelirdi, biz de onların Yıldız / Beşiktaş Serencebey Yokuşu 55 numaradaki konağına giderdik." (Yağmur Atsız 2005: 212). Yağmur Atsız'ın Ömrümün İlk 65 Yılı adlı eserinde Atsız'ın Maltepe'deki evi ve ziyaretçileriyle ilgili birçok resim de bulunmaktadır. 1953'ün Mayıs ve Haziran aylarında İstanbul'da Fatih sergisi düzenlenir. Fethin 500. yıldönümü vesilesiyle açılan sergiyi tertip edenler arasında Atsız da vardır. Bunu Adile Ayda'nın "Atsız ile nasıl tanıştım?" başlıklı yazısından anlıyoruz: “Haziran başında, İstanbul'daki Fatih sergisini gezmeğe gittim. Ben salona girip iki üç adım atmıştım ki, biri karşıma çıktı ve:" "-Siz Adile Ayda değil misiniz? diye sordu." "-Evet efendim." "-Ben Nihal Atsız'ım. Bu sergiyi tertip edenlerden..." "-Tanıştığımıza memnun oldum." “-Edebî tenkitlerinizi alâka ile okuyorum. Sizinle tanışmağı arzu ediyordum." "-Teşekkür ederim. Ben de sizi ismen tanıyorum." "-Teşekkür ederim... Size mani olmayım." ""Demek bu idi Atsız dedikleri... Hiç de hapiste yatmış, işkenceler çekmiş birine benzemiyordu. Tam sağlıklı görünen, güler yüzlü, sempatik bir adamdı. Yüz çizgileri çok düzgündü ve çok medenî bir görüntüsü vardı. Her şeyden evvel alnının genişliği göze çarpıyordu." (Ayda 1988: 17). Ve çekildi gitti." 1953 yazında, Haydarpaşa Numune Hastanesi'nde Atsız fıtık ve apandisit ameliyatı oldu. İstanbul'dan pek ayrılmayan Atsız aynı yaz Ankara'ya gitti ve Nejdet Sançar'a misafir oldu (Deliorman 2013: 100, 103). Ameliyat, Fatih sergisinden sonra olmalıdır. Muhtemelen nekahet devresinde kardeşi Nejdet Sançar'a gitmiş ve o arada Ankara'nın bazı köylerini de gezmiştir. Aynı yıl Kasım ayında, Kâniye adlı Bigalı, küçük bir kız çocuğu Atsız'ın evine yardımcı olarak gelmiş ve "babam" dediği Atsız'ın yıllarca hizmetinde bulunmuştur. Atsız da onu manevi kızı olarak kabul etmiştir (Deliorman 2000: 266). Atsız'da şeker hastalığı da vardır. ABD'de bulunan Alparslan Türkeş'e 26 Aralık 1955'te yazdığı mektupta hastalığından bahseder: "Şeker hastalığı yeniden nüksettiği için yine perhize girdim. Perhiz, bazen beni açıkça uyuşuk bir hale getiriyor. Fakat ne yapayım, dayanamıyorum." (Turgut 1995: 417).
·
205 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.