Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Geceyi seven insanların daha mutsuz olduğunu keşfettiğimden beri sabahlamayı bırakmıştım. Her gün düzenli olarak saat 06.00'da uyanıyor ve güne zorlanmadan uyum sağlıyordum. Taze sıkılmış portakal suyu ile yapılan kahvaltıların kesinlikle mutlulukla alakası vardı, aslına bakılırsa kahvaltı yapmanın doğrudan kendisi bedava bir mutluluktu. Ki bu benim sahip olduğum bir lüks değildi. Sadece iki dakika süren, gerçek anlamda buz gibi bir duş; kışın bile, hem kendime gelmek hem de vücudumu olabildiğince dinç tutabilmek için, kafamın çalışması için... Gülmeyin hiç, ciddiyim, dünya üzerinde en korktuğum şey bir gün "delirmek". Beynim sahip olabileceğim en pahalı mücevher ve benim onu kaybetmek gibi bir niyetim yok. Ve bir başka klasik, Ecem yine ortak oturma odamızdaki kanepede sızmıştı. Çoğu zaman eve gelmiyordu, geldiği zamanların ise çok azında kendini yatağına kadar götürebiliyordu. Muhtemelen şimdi onun yanına gidip odasına taşımamı ya da en azından üzerine bir şey örtmemi bekliyorsunuz ama bunları yapmadan evden çıkıp kapıyı ardımdan kapattım. İnsanların çoğu, sırf bu yüzden benim kötü bir arkadaş olduğumu düşünürdü ve ben de çoğu zaman onlara hak verirdim ama bazen mutsuzluğun da bir seçim olduğunu düşünüyordum. Çoğu zaman bu düşünce, vicdanımın sesinin kesilmesine yardımcı oluyordu. Basit bir mantık yürütüldüğünde bir insanın geç saatlere kadar uyumayıp, sabahlara kadar kara kara düşünmesinin sadece kendi budalalığı olduğu aşikâr değil miydi? Gece beraberinde o kötü kalpli düşünceleri de getiriyordu: karanlık, aç bir kurt gibiydi; ne zaman saldıracağını bilemiyordunuz. Yanına melankolik müzikler ve bazı dram filmleri de eklenince iç sıkıntısı ve bunalım kaçınılmaz oluyordu: bir de koşarak yanına gidebileceğiniz kimse yoksa, çalacağınız bir kapı yoksa, arayıp konuşabileceğiniz biri bile yoksa, o geceler uzadıkça uzuyordu. Ertesi gün büyük bir baş ağrısı, belki bir ceset ağırlığı ile güç bela açıyordunuz gözlerinizi; bütün kemikleriniz birbirine girmiş gibi kendinizi çıkaramıyordunuz o yataktan; canınız hiçbir şey istemiyor, önceki gece sabaha kadar yediğiniz sağlıksız yiyeceklerden ötürü; ama siz bunu da hayatınızda yolunda gitmeyen şeylere bağlamanın bir yolunu buluyordunuz, sanki herkesin hayatı yolundaymış gibi; sorumluluklar uzayıp gidiyor, odanızı toplamaktan aciz, banyo yapmaya bile hâli kalmayan bir yaşayan ölüye dönüştürüyordunuz kendi kendinizi; bütün gününüz, uyandığınızda zaten bitmiş olduğundan yapacaklarınızı ve yapmak istediklerinizi hep bu günün tekrarı olan yarınlara erteliyordunuz ve hayatınızı daha beter bir hâle getirmek için yine, sadece geceyi bekliyordunuz. Komik olan ise bütün insanları depresyona sürükleyen bu ruh hâlinin trajikomik, basit bir geç uyumadan kaynaklandığıydı. Ve benim beynini kullanmayan insanlara karşı alerjim vardı, bu en yakın arkadaşım olsa bile. Bana yine ne kadar zor bir ha yat yaşadığı ile ilgili naralar atıp benim hayatımın kolaylıkların dan bahsedeceğini bildiğim için onu dürtmeyi bırakmıştım; 0 da sahip olduğum hayat onunki olsa yine de aynı kişi olacağımı biliyordu. İnsanların arkasına sığındığı ve iğrendiğim bir başka mesele de “güçlü olmak” saçmalığıydı. Kimseden daha güçlü değildim, akıllı olmak ve güçlü olmak aynı şeyler değildi. Güç benim için sadece fiziksel bir eylemken akıl, bütün hayatım sahip olduğum her şeydi.
22 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.