Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Birinci Bölüm Doğu Düşüncesi ve Diyalektik s.10-13
Doğu halklarında, metafizik düşüncenin, günümüze kadar ağır bastığı açıkça görülmektedir. Yani, doğu halklarının yaygın düşüncesi, dünyayı değişmezlik açısından görmeye yatkındır. Çin ve Hint felsefelerini, en yüksek noktaya ulaştıkları çağda inceleyecek olursak, bu felsefelerin birer değişmezlik ve durağanlık felsefesi olduklarını, yani dünyayı değişmez bir şey gibi ele aldıklarını görürüz. Eski Doğu felsefesinin en temel özelliği, durağan (statik) ve değişmez bir dünya kavramına dayanmış olmasıdır. Hintliler ve Çinliler, eşyanın tözünü, yani cevherini, hiç bir zaman değişmeyen ve kendi kendine özdeş olan bir şey olarak görmüşlerdir. Nitekim, Hintlilerin mutlak varlık olarak gördükleri Brahman-Atman, belli bir kişiliğe sahip olmayan ve değişikliğe uğramayan bir ilkedir. Çinlilerin Tao'su da böyledir. Bundan ötürü, Hintliler, maddi dünyayı, yani değişiklere konu olan dünyayı öz değeri olmayan bir hayal ve <<zevahir>> dünyası olarak görüyorlardı. Hatta bu dünyanın duyularımızın bizi aldatmasından doğduğunu ileri sürüyorlardı. Çinliler de, dünyanın değişmez ve ebedi bir gerçek olarak kavranılmasına bu dünyanın geçici görünüşlerinden daha fazla önem veriyorlardı. Hint felsefesi üzerinde çalışmış olanların bu felsefede <<oluş>> ve <<değişme>> kavramlarının önemli bir yer tuttuğunu söyleyerek yukarıda yaptığımız açıklamalara itiraz etmeleri mümkündür. Gerçekten de budistler, <<oluş>> kavramını felsefelerinin temeli yapmışlardır. Ama Budist'lerin, kozmik bir gerçek olarak gördükleri bu oluş, dünyanın geçici yanı olarak, yani dünyanın <<zevahiri>> olarak ele alınmış ve böylece işlenmiştir. Kozmik gelişmenin arkasında <<hiçlik>>, yani <<varolmayan bulunmaktadır. Ve asıl mutlak olan varlık bu hiçliktir. Bundan dolayı, Hint felsefesi, oluşu soyut bir biçimde kabul etmekle birlikte, bir mantık bilimi ve sağlam bir düşünce yöntemi koyamamıştır. Çin felsefesinin de, metafizik görüşlerin ve değişmezlik kavramının yanı sıra bir başka ilkeden sözettiğini görüyoruz. Bu ilke, karşıtlıklar ilkesidir. Yani, Çin felsefesinde, karşıtlardan söz ediliyor ve böylece diyalektik bir görüş ileri sürülüyor gibidir. Ne var ki, yakından bakılınca, Çinlilerin <<karşıtlık>> kavramı ile asıl diyalektik düşünce arasında ilinti olmadığı anlaşılır. Çinliler, dünyanın kuruluşunun kökünde birtakım <<ikilikler>>, yani birtakım karşıtlıklar bulunduğunu kavramışlardı. Bu karşıtlıkların, varlığın temeli olduğunu da söylüyorlardı. Örneğin, Çinliler, gökyüzünü doğurtucu bir erkek ilke olarak; toprağı da doğurgan bir dişi ilke olarak görüyorlardı. Ama Çinlilerin bu <<ikici>> (dualiste) düşüncesi, aslında statik bir düşüncedir. Çünkü bu düşünceye göre, karşıtlıklar birleşmekte ve uyumun ortaya çıkmasını sağlamaktadırlar. Bu unsurlar arasında anlaşmazlık yoktur. Çin felsefesi temel bakımından bir değişmezlik felsefesi olduğu için varlığın diyalektik bir biçimde kavranılması konusunda atmış olduğu bu adımı derinleştirememiş ve varlığın diyalektik anlamını kavrayamamıştır. Eski İran felsefesi de, bu yönde daha ileriye gitmiş olmakla birlikte, yine de anti-diyalektik bir düşünce olmaktan kurtulamamıştır. Eski İran felsefesinde, karşıtlıklar arasında çatışma ve savaş olduğu düşüncesine rastlarız. Bu anlayışa göre, evrende yer alan her şey iki kategoriye ayrılmıştır. Kategorilerin birinde, ışık (aydınlık) ilkesi tarafından yönetilen iyilik kuvvetleri, ötekinde karanlık ilkesi tarafından yönetilen kötülük kuvvetleri yer almaktadır. Bu iki çeşit varlık arasında sonu gelmez bir savaş vardır. Karşıtlık ve çatışma kavramlarına rağmen, değişmezlik düşüncesinin burada yine ağırbastığı açıkça görülmektedir. Ve bu değişmezlik ahlaki bir yan taşımaktadır. Eski İranlılar, Hürmüz'ün, kötülük ilkesine, yani Ehrimen'e galip geleceğine inanıyorlardı. Eski İran düşüncesi, ikilikleri adamakıllı basitleştirerek tek bir ikiliğe, yani ahlaki ve teolojik bir ikiliğe indirgediği gibi, çatışmanın diyalektik karakterini de ortadan kaldırmıştı. Çünkü bu iki karşıt ilke arasındaki çatışma sonunda her ikisini de içine alan ve her ikisinden de farklı olan yeni ve daha üst dereceden bir ilke ortaya çıkmıyor, sadece bu iki karşıt ilkeden biri ötekine galip geliyordu. Ahlaki gerekçeler, eski İranlıların karşıtlıklar arasındaki sentezi görmelerini engellemişti. Böylece, ahlaki idealizm düşüncesinden ötürü, eski İranlılar, karşıtlıklar arasındaki somut çatışmayı ve bu çatışmanın zaman içinde verdiği somut sentezi görememişler ve karşıtlıklar arasındaki çatışmayı gerektiği gibi değerlendiremeyerek soyut ve zamandışı bir anlayış içinde kalmışlardı. Hintlilerin, Çinlilerin ve eski İranlıların, diyalektik bir düşünceye hangi nedenler yüzünden varamadıklarını açıklamak zor değildir. Ayrıcalıklılar ile ayrıcalıklı-olmayanlar arasındaki uçurumun çok derin olduğu toplumsal yapı içinde yaşayan insanların varlık hakkında diyalektik bir görüşe ulaşmaları mümkün değildir. Doğu halklarının düşüncesi ayrıcalıklı sınıfların dile getirdiği bir düşüncedir ve genellikle hala bu özelliği taşımaktadır. Doğu'da, yönetici sınıflar, alt sınıflar üzerinde mutlak bir egemenliğe sahiptirler ve bu egemenliği ne pahasına olursa olsun ellerinde tutmak istiyorlardı. Doğu halklarının felsefi sistemlerinde görülen anti-diyalektik özelliği, yani değişmezlik fikrini ve idealizmi bu biçimde açıklamak mümkündür. Doğu toplumlarındaki yaygın düşünce statik bir düşünceydi, yani bir değişmezlik düşüncesiydi, çünkü ayrıcalıklı sınıflar o güne kadar süregelmiş olan toplumsal durumu değiştirmekte hiç bir yara görmüyorlardı. Doğu toplumlarındaki diyalektik düşünce idealist bir karakter taşıyordu, çünkü gizli bir manevi gücün dünyayı yönettiğini ileri sürmek, bu sınıfların egemenliğini ve iktidarını destekleyen biricik garantiydi. Doğu halklarının düşüncesinde metafizik düşüncenin ve idealizmin ağır basmasını böylece açıklayabiliriz. Ama bu idealizm, dinsel düşünce ile sıkı bir bağlantı halindedir. Bu halkların hayatında, dinsel etken, üstyapıda çok önemli bir rol oynamıştır. Hatta, bu halkların düşüncesinin genel olarak tamamen dinsel bir düşünce olduğunu ileri sürebiliriz. Buna karşılık, eski Yunan düşüncesinde, bu bakımdan ileri bir adım atıldığı ve idealizmin etkisiyle dinsel düşüncenin genel kültürün ve felsefenin düzeyine çıkarıldığı görülmektedir. Bu değişiklik, eski Yunanlıların içinde yaşadığı toplumsal yapının değişik olmasından doğmuştur.
Sayfa 10 - Sosyal Yayınlar
·2 alıntı·
33 görüntüleme
selim selarom okurunun profil resmi
"a" harfinin üzerine şapka koymak için ne yapabileceğimi yazan olursa mutlu olurum. İyi okumalar!
selim selarom okurunun profil resmi
Din üzerine hatırda kalması faydalı metin:#240569560
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.