Postmodern kuramın temsilcileri, çağdaş toplumların farklılıklarını; kültür, toplum, siyaset ve ekonomi kürelerindeki farklılıklara ve kimliğe bakarak, çok kültürlü yapılar üzerinden anlamaya odaklanır. Dolayısıyla sorunun kaynağı da çok kültürlü yapıların bulunduğu uzamlardır. Heterotopya, insan coğrafyasıyla ilgili bir tema olarak Fransız Postyapısalcı düşünür Michel Foucault tarafından uzamın ve alanın homojen olmayan yapısına vurgu yapmak için kullanılan bir terim olarak literatürde yer alır. Heterojen mekanlar fikri bu çabadan doğmaktadır. Foucault da bu noktadan hareketle bir toplumda pek çok heterotopya olduğu savını geliştirir. Onun için bu uzamlar, sadece farklılıklarıyla değil otoriteye ve temsile direnç noktaları olmalarıyla da önem arz ederler. Foucault, Heterotopya'yı burada ya da orada olmayan, plansız, diğer bir ifadeyle kendiliğinden oluşan fiziksel ya da zihinsel alanlar ya da anlar olarak tanımlar. Ütopya, ne kadar idealize edilmiş ve dolayısıyla gerçekte olmayan bir toplum fikrini taşıyor ise Foucault, bu fikrin taşıdığı sembolik anlatım değerini postmodern zamanların akışkan ve geçirimli doğasına ait uzamlar arası ilişkilerin heterojenliğini vurgulamak için kullanır. Genel olarak heterotopya kavramının ütopyayla mekan kurgusunda ayrıştığı nokta, gerçek bir ütopik alanı imkanlı kılan, isteksiz bedenleri içeren hapishane gibi paralel uzamlar için de kullanmasıdır. Pek çokları gibi düşünür de ikilik ve karşıtlıklar üzerinden kavramı açıklarken ayna metaforundan yararlanır. Ayna, ütopya için doğru bir metafordur; çünkü onda görünen imajın bir girişi yoktur. Bu da onu bir heterotopya yapar; çünkü ayna, benliğin kendisiyle ilişki kurma biçimini şekillendiren gerçek bir objedir.