Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

208 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
6 günde okudu
"KİMİN KİM OLDUĞUNU ÇÖZEMEDİĞİMİZ ZAMANLAR."
Çoğumuzun çocukluğundan hatırladığı, anne, baba ya da başka büyüklerinden duyduğu masallar, efsaneler vardır. Öyle bir anlatırlar ki size, öyle bir kaptırırlar ki kendilerini, , onlara bakan, bilgi açlığıyla bekleyen birkaç göze, anlattıkları hikayenin gerçek olduğunu ispat etmek isterler sanki. Ben de bir zamanlar o çocuklardan biriydim. Babamın ya da babaannemin anlattığı her hikayeyi aynı şevkle dinlerdim. Bazen okuduğumuz kitaplar da bizde aynı tadı bırakıyorlar. Öyle içine çekiyor ki sizi, sanki siz de yaşıyorsunuz o hikayeyi kahramanlarıyla birlikte. Çocukluğunuza, o hikayeleri dinlediğiniz zamanlara götürüyor sizi. Aklıma eskiden dinlediğim bir efsane geldi mesela. Kitabın içinden bir alıntı olan o cümle ile başlamak istedim bu yüzden incelemeye. Anlatacağım hikaye de bunu doğrular nitelikte çünkü... "Bir gün yaşlı bir adam nehir kenarında balık tutmaya gitmiş. Oltasına balık takılmasını beklerden çalıların arasından güzel mi güzel bir kız çıkagelmiş. Adam şaşakalmış bu güzellik karşısında, aynı anda da 'burada ne işi var acaba?' diye düşünüyormuş. İrkilmiş. 'Sen de kimsin?' demiş. Kız 'Korkma!' demiş. 'Ben sadece senden bir iyilik istemeye gelmiş, yardıma muhtaç biriyim.' Adam merak etmiş, sormuş ne istediğini. Kız mahcup, bir yandan da kendini nasıl anlatacağının kararsızlığıyla başlamış sözlerine. 'Ben kırk yıldır yerin altında yaşıyorum. Kırk yılda bir yeryüzüne çıkma şansım var. Fakat senden isteyeceğim şeyi yaparsan özgür kalabilirim ve hayatımın geri kalanını yeryüzünde insan olarak sürdürebilirim.' demiş. Yaşlı adam iyice meraklanmış. Ama bir yandan da 'insan olarak' kelimesi aklının bir köşesini kurcalıyormuş. Korkarak sormuş tekrar. 'Senin için ne yapabilirim?' Kız devam etmiş: 'Ben ve ırkım yıllar önce haksız yere cezalandırılıp yeraltına hapsedildik. Sadece kırk yılda bir insan suretiyle yeryüzüne çıkabiliyoruz. Seni gördüğümde iyi bir insan olduğunu anladım ve bana ancak senin yardım edebileceğini hissettim.' demiş. Adam 'Irkım!' derken neyi kastettiğini sormuş. Kız soruyu duymamış gibi yapmış ve konuyu isteyeceği iyiliğe getirmiş hemen. 'Birazdan yanından ayrılacağım ve bir yılan olarak geri geleceğim.' Adamın gözlerinin kocaman açıldığını görünce onu sakinleştirmek için sözlerini yumuşatarak devam etmiş. 'Lütfen benden korkma! Sana zarar vemeyeceğim. Senden tek bir isteğim var. Beni görünce kaçmaya çalışma. Yerinde kal. Yavaşça yanına geleceğim. Hareket etme ve beni sakın itmeye çalışma. Eğer ayaklarından başlayıp boynuna kadar sürünmeme izin verirsen lanet bozulacak ve hayatımın geri kalanını şu anki bedende, yeryüzünde sürdürebileceğim.' Yaşlı adam kocaman açılmış gözleri ve tutulmuş diliyle ne kadar korktuğunu belli edince kız bunun sonunda onun da kazançlı çıkacağını söylemiş. 'Yeraltındaki yuvamda seni hayatının sonuna kadar rahat yaşatacak altınım var. Sana istediğin kadar getiririm.' demiş. Yaşlı adam ikna olmak üzereymiş. Ama sormadan da edememiş: 'Peki sana nasıl güvenebilirim? Ya beni ısırırsan!' demiş.Kız defalarca yalvarmış. Kesinlikle böyle bir amacının olmadığını, tek istediğinin artık ait olduğu yerde, yeryüzünde olmak olduğunu söylemiş. Adam sonunda kabul etmiş. Kız çok sevinmiş. Adamla vedalaşıp uzaklaşmış. Aradan biraz zaman geçtikten sonra çalıların arasından gelen sesle irkilmiş adam. Sonra sürünerek ona doğru gelen koca yılanı görmüş. Titremeye başlamış. Bir yanı kalkıp koşmak isterken bir yanı kızın söylediklerini düşünüyormuş. 'Benden sakın korkma! Kaçmaya çalışma!' Adam korkudan tir tir titreyerek kafasında başına gelebilecek senaryolar çiziyormuş. Ayağından yukarı doğru süzülen soğukluğu farkettiğinde daldığı hayal dünyasından uyanmış. Çivilenmiş gibi kıpırdamadan bir süre durmuş. Yılan yavaş yavaş bedenini sarmaya başlayınca daha fazla dayanamamış ve çığlık atarak yılanı kafasından tuttuğu gibi çekip fırlatmış. Sonra da arkasına bakmadan kaçmaya başlamış. Yılana ne olduğunu göremeden evine varana kadar koşmuş. Nefes nefese ne yaşadığını düşünmüş. Hayal mi görmüştü acaba? Yoksa gerçek miydi yaşadıkları? O kıza yardım edemediği için pişman mı olmalıydı? Kafasında bir sürü soru işareti ile yatağa uzandığı gibi uyuşmuş bedeniyle uykuya dalmış. Rüyasında o kızı görmüş yine. Yanına gelmiş tekrar. Ve konuşmuş onunla. 'Ben sana korkma, kaçma demedim mi? Yazık ettin bana. Eğer biraz daha dayanabilseydin sayende özgür olacaktım.' diye serzenişte bulunup sonra yılana dönüşmüş ve sürünerek uzaklaşmış. Adam defalarca o nehir kenarına gitmiş sonra ama bir daha ne o kızı ne o yılanı görememiş." Sorarım size! Ya siz? Siz olsanız ne yapardınız başınıza böyle bir şey gelse? Ona yardım edip onu özgürlüğe mi kavuştururdunuz yoksa bu yaşlı adam gibi korkup kaçar mıydınız? Muhtemelen ben de dahil olmak üzere çoğumuz korkup kaçardık. Fakat asıl sorulması gereken soru başka olmalı. 'Neden özgürlüğü elinden alınıp yeraltına hapsedildi? Ve neden tekrar özgür olmak istiyordu? Gerçekten istediği sadece artık özgür yaşamak mı yoksa onu bu şekilde lanetleyenlerden intikam almak mı? Kim bilebilir ki? Hangimiz şu an hayatımızda olan, hayatımıza giren veya aynı topraklarda yaşayan, nefes alan insanların gerçekten yılan mı yoksa insan mı olduğunu biliyoruz gerçek anlamda? Bu tabi ki bir efsane. Tıpkı bu kitabın, yakın geçmişte bir kısmını yaşamış olduğumuz ve yakın gelecekte de yaşayacağımız muhtemel bir distopya olduğu gibi... Yaşadığımız bu topraklarda bile sadece, geçmişten bugüne yaşadıklarımızı baz alırsak neden olmasın? "Dünyadaki her şeyin ve her canlının kendine özgü bir titreşimi vardır." diye bir cümle okumuştum yakın zamanda okuduğum
Rezonans Kanunu
Rezonans Kanunu
kitabından. "İnsanlar, eşyalar ve olaylar bizimle aynı frekansta olduklarında, titreşim alanımızdan uzaklaşamazlar." diye devam ediyordu. Yine yakın zamanda katıldığım bir seminerde konuşmacı rezonans alanını kastederek, beynimizdeki yolaklardan bahsetmişti. 'Öğrendiğimiz her yeni bilgi, sohbet ettiğimiz insanlar ve gündelik hayatımızdaki düşüncelerimiz beynimizdeki bu yolakları o yönde etkileyecek ve altı ay içinde bu yolaklar, hangi yolda ise o yoldaki insanlar ve olaylarla bizi karşılaştıracak.' demişti. Bu titreşim, enerji, frekans terimlerini son zamanlarda okuduğum bazı kitaplarda da gündelik hayatta da bazı programlarda da sık duymaya ve görmeye başladım. Normalde astroloji terimi oldukları için pek ilgimi çekmezlerdi eskiden. Fakat son zamanlarda değişik konularda okuduğum birkaç kitapta bahsedilen enerji ilgimi çekmeye, ve yaşadığımız olaylar doğrultusunda beni meraklandırmaya başladı. Gerek ülkemizde gerekse dünyada yaşanan olaylar çemberinde konuşacak olursak; yaşanan savaşlar, ideolojik olaylar, çatışmalar, darbe ve darbe girişimleri, ayırımcılıktan doğan dinsel tartışmalar ve buna bağlı olarak yaratılan kaoslar, salgınlar, deprem, sel, yangın gibi doğal afetlerden kaynaklı ölümler ve sonrası yaşanan yağmalamalar, son olarak da ekonomik kriz ve geçim derdi. Yıllardır insanlar hem ekranlarda bu manzaralara maruz kalıyor hem de gerçek yaşamda bunların canlı örneklerini yaşıyor. İnsanlar hep bir çemberin içine hapsolmuş bir şekilde aynı kısır döngünün içinde debelenip duruyor. Çemberin dışına çıkmaya çalışan ise ya imha ediliyor ya da itibarsızlaştırılıyor. Bu olaylar zincirinde ve etrafında yaşayan insanlarsa sürekli umutsuzluk, acı, gelecek kaygısına bağlı öfke patlamaları yaşıyor. Ve tüm bunlar kelebek etkisi gibi sürekli birbirini izleyip duruyor. Bize izletilen dizi, program veya filmler de bizi adeta bu çemberin içinde, hipnotize olmuş gibi uyuşturuyor. Hal böyle olunca da insanlar dışarı çıkmak için bir yol aramıyor, sorgulamıyor, okumuyor ve araştırmıyor. Sadece onlara sunulan sanal hayatta üzerine düşen görevi yerine getirip, yemek yiyip uyuyor. Sonra yine yine yine aynı monotonluk içinde hiçbir yere varamadan, sadece anı kurtardığı için şükredip aynı çark düzeninde debelenmeye devam ediyor. Depremde her şeyini kaybetmiş, barınma, beslenme, eğitim problemi olan bir insan neyi sorgulama ihtiyacı duyar ki? Ya da savaşta her gün şehrine düşen bomba sesleriyle uyuyan bir insan yarın yaşayıp yaşamayacağını düşünürken olumlu bir şey düşünebilir mi? Pandemi zamanında, yatağa korku ve endişe içinde geçmediğiniz bir geceniz oldu mu mesela? Umutsuz, güvensiz, endişeli ve kaos dolu kaç seçim geçirdik güya geleceğimiz için karar verirken. Ya da biz öyle zannederken. İşte tüm bu gerçekler çerçevesinde oluşan kötü enerji yüzünden aşağıda tutulmaya çalışılan insan frekansı ve buna bağlı olarak dünyanın gitgide teslim olduğu teknolji ile yapaylaştırılan hayatlarımızın, ilerde gezegenimizde yaratacağı olumsuzlukları, sefaleti, kıyımı, yıkımı, daha fazla ölümü anlatan bir roman okuyacaksınız. "Kötü beslendiğimizde, korktuğumuzda, mutsuz olduğumuzda, bizi olumsuz etkileyecek her ne varsa frekanslarımızı düşürür. Ve o zaman ne olur insan biliyor musun? Savunmasız. Şuuru kapalı, sorgulamayan, yalnızca itaat etmeye hazır bir kuklaya dönüşür. İşte insanoğluna yapılan bu. Onu özünden olabildiğince uzaklaştırmak. Çünkü düşük frekansta olduğumuzda bilinçten yoksunlaşırız, şuur sahamız kapanır, algılarımız sınırlanır." (syf.125) Okuduklarınızdan bu kitabın bir kişisel gelişim kitabı olduğunu zannedebilirsiniz. Ama değil... Bu, ruhumuzu emen, bizde yaşam sevinci, umut, hayal gücü bırakmadan, bizi köleleştirmeye ve daha da ilerisi yok etmeye çalışan sisteme, dış güçlere (içeriği ne olursa olsun) ya da kitapta da, incelemenin başındaki efsanede de bahsi geçen, yazarın adlarına 'serpentler' dediği insan görünümlü yılanlara karşı, insan ırkının kalanlarının verdiği mücadeleyi anlatıyor. Bu noktada Sn.
Buğra Gülsoy
Buğra Gülsoy
'a bu güzel roman için teşekkür etmek isterim. Kaleminin bu kadar güzel olduğunu bilmiyordum. Olayları adeta yaşadım diyebilirim. En kısa zamanda diğer kitaplarını da okuyacağım. Son olarak, bizim mücadelemiz ya da sınavımız ne olacak bilmiyorum ama çok dikkatli olmamız gereken zamanlara doğru yol almaktayız. Sanırım bunu çoğumuz biliyoruz. Hayatın bize ne göstereceği belli olmaz. Bu yolda size 'arkadaş(mış)', 'sevgiliy(miş)', 'aşık(mış)' ve en önemlisi 'vatansever(miş)' gibi görünen insan(!)lardan uzak durmanız, en azından farkında olmanız dileğiyle... Hepinize yüksek frekanslar...
Luna
LunaBuğra Gülsoy · İnkilap Kitabevi · 2022261 okunma
·
174 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.