Gönderi

Türkiye Asla Boyun Eğmeyecektir: 03 Temmuz 2017 tarihinde asistanım Nuray Tamir genel ağa girmiş ve bu kitabın hiçbir kütüphanede kaydının bulunmadığını bana bildirmişti. Türkçü sahaflardan Erdal Beye telefon ettim. Kitap onda da yoktu. Bir gün sonra "Turancılar Toplumcu Düşünce ve Eğitim Derneği'nde konferansım vardı. Konferans sırasında kitabı bulamadığımı söyledim. Derneğin başkanı Recep Bey "hocam, kitap yarın elinizde" dedi. Birkaç gün sonra da bilgisayarda taranmış bir nüshayı bana ulaştırdı. Bu güzel tesadüfü de buraya kaydediyorum. 1946 yılında basılmış 35 sayfalık bu küçük kitapta Atsız kendi adı yerine İ. Süruri Ermete (Üçüncü dereceden harp malûlü piyade subayı) adını kullanmıştır. 29 Temmuz 2015 tarihli, Trabzonlu Türkçüler adlı bir facebook bilgisine göre İ. Süruri Ermete, takma ad değil, Birinci Dünya Savaşı'nda Filistin Cephesinde savaşmış, Milli Mücadele'ye katılmış, çeşitli cezaevlerinde müdürlük yapmış bir kişinin adıdır ve Atsız 1946 yılında kendi adıyla kitap yayımlamakta zorluk çektiği için kitabını bu şahsın adıyla yayımlamıştır. Atsız hakkındaki bütün araştırmalarda bu eserin ona ait olduğu konusunda hiçbir tereddüt belirtilmemiştir. Fakat ben, eserin önsözünde "eski bir muharip ve harb malûlü sıfatı ile görüş ve düşüncelerimi açıklamaktan kendimi alamadım." ifadesini okuyunca ve eserin yazıldığı yer olarak "Üsküdar" adını görünce tereddüde düştüm. Gerçi eserin sonunda yer alan "Kılıç Arslan öldü sanma, yaşıyor bizde” mısraıyla başlayan ve "Aşılmaz bir kayadır bu ebedi vatan” mısraıyla biten sekiz mısralık parça, Atsız'ın 1940'ta yazdığı "Davetiye” şiirinin son kısmıydı başka bir yazar da onun şiirini kitabına almış olabilirdi. Bu sebeple eseri, Atsız'ın aynı konuyla ilgili olabilecek yazılarıyla karşılaştırdım. Eser, Türk-Rus savaşlarının bir özeti olduğu için, önce Türkiye Devleti'nin kısa bir tarihi olan 1940 tarihli 900 üncü Yıl Dönümü'ne baktım. İki eserde de 1677'deki Türk-Rus savaşı benzer noktalara dikkat çekilerek anlatılmıştı. Üstelik her iki kitap da aynı mısralarla sona eriyordu. Fakat asıl benzerlikleri “Tarihin Barışmaz Düşmanları” makalesinde buldum. İkisinde de "Rus" adının bir Norman kabilesinden geldiği; cihan tarihine, "birinci öğretmen" sayılan Aristo'dan sonra Türklerin “ikinci öğretmen” olarak Fârâbî'yi verdikleri; Türklerin gönderdikleri 9 elçiye karşılık Rusların 38 elçi yolladıkları; 1639'da başlayan Türk-Rus savaşlarının “14 defa tekrrür" ettiği belirtilmiştir (Atsız 1946: 7-10; Atsız 1992 III: 303). Bu küçük kitap, kesinlikle Atsız tarafından yazılmıştır. Eser, Sovyetlerin Türkiye'den toprak ve üs istemesi üzerine kaleme alınmıştır. Türkiye'de Türkçülük ve komünizm olmak üzere iki akımın çarpıştığını belirten Atsız, Türkiye'deki ilk komünist faaliyetleri kısaca anlattıktan sonra Türklerle Ruslar arasında yapılan 14 savaşın her birini ve sonuçlarını kısaca özetlemektedir. Rusların anlaşmalarda ve dostluk münasebetlerinde samimi olmadıklarını, tarihî hak taleplerinin gülünç olduğunu, Türkiye'de komünizmin asla tutunamayacağını, Türklerin savaştan çekinmeyeceklerini ve asla köle olmayacaklarını ifade eden sayfalarla kitap sona erer.
·
92 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.