On yedi yıllık evliyim. On altı yaşında bir oğlum ve on iki
yaşında bir kızım var. Görücü usulüyle evlendim. Bana sorarsanız bizimki görücü usulü değil, sadece o şekilde tanış
tırıldık.
Beni görmeye geldiklerinde eşime görür görmez âşık ol
dum ve bizim maceramız o gün başladı. Ben küçük bir kasa bada yetiştim, eşim de öyle. Kültürel farklılıklarımız yok de
necek kadar azdı.
Eşim İstanbul'da memurdu ve ailesi oğullarını İstan
bullulara yem etmemek için bir an evvel evlendirmek istiyor
lardı. Ben ilk görüşte âşık oldum, ama durum eşim için aynı
güzellikte değilmiş! (Ben bunu yıllar sonra öğrendim.)
Sözlendik. Eşim askere gitti; bir yıl sonra izne geldiğinde
nişanımız yapıldı. Eşim bana, o gün nişan tuvaletiyle gördü
ğü anda âşık olmuş.
Çok güzel anlar yaşadık; askerdeyken sürekli mektuplaş
tık, telefonlaştık ve birbirimize çok alıştık. Bir yıl sonra asker
den dönünce düğünümüz yapıldı ve biz İstanbul'a yerleştik.
İlk beş yıl hem sıkıntılı hem de muhteşem güzellikte geç
ti. Düğün masraflarımızı, evimizin düzenlenmesini biz kar
şıladığımız için iki yıl maddi sıkıntılar çektik. Ama en önem
li sıkıntı, ben eşimin İstanbul'da bir kızla evlenmeyi çok iste
diğini ama ailesine kabul ettiremediğini öğrendiğimde oldu.
Her hareketini sorgulamaya başladım. "Acaba beni sevi
yor mu? Karşısına o çıksa ne yapar?"
Kendimi iki sevenin arasına girmiş kara kedi gibi his
settim. Çok sıkıntılar yaşadım, ama aynı zamanda da eşi
min bana olan sevgisinden içim emindi. Bir gün dedim ki,
"Boşanalım! Eğer onunla devam etmek istersen, özgürsün!"
Ayaklarıma kapanıp ağladı, yeminler etti. Çok sevdim ho
cam, öyle çok, öyle güzel sevdim ki beni sevmekten başka
çare bırakmadım ona.