Şimdi, iyi olanı kötüye dönüştüren, kötünün ise iyi sonuca varmasını sağlayan bir tür yazgının varlığını duyuyor insan kimi kez... Buna ne deme li, peki?
Bu gibi düşüncelere, duygulara kapılmanın, kısmen sinirlerin aşırı yorulmasının, gerilmesinin sonucu olduğunu ileri sürebiliriz. Bunlara kapıldığımızda gerçeklerin sandığımız kadar kötü olduğuna inanmak zorunda olmadığımızı yinelemeliyiz., insan bunu yapmazsa aklını kaçırabilir çünkü.
Öyleyse, bu gibi durumlarda yapılacak şey, gövdesel gücünü toparlayıp he men, insan gibi, çalışmaya koyulmak... Bu da yetmiyorsa, yılmadan o iki aracı kullanmayı sürdürmek, melankolinin ölümcül olduğunu hiç akıldan çıkarmamak... Uzun vadede, enerjisinin çoğaldığını hissedecektir kişi, her türlü der de, sıkıntıya katlanacak kadar... Esrarlar olduğu gibi kalacak; acılar, melan koli olduğu gibi kalacak, ama bu bitimsiz olumsuzluğu önünde sonunda dengeleyecek olan, ondan çıkardığımız olumlu çalışmalar, yapıtlar olacak...
Yaşam cici çocuk masallarındaki ya da orta halli papazların bildik vaazlarındaki kadar basit ve karmaşıklıktan uzak olsaydı, başarıya ulaşmak pek kolay olurdu. Oysa gerçeklik bambaşka, her şey sonsuz derecede karmaşık ve doğa da siyah ile beyaz nasıl kesinlikle birbirinden ayrı değilse, yaşamda da doğru ile yanlış kolayca seçilebilecek gibi uzak değil birbirinden. Kapkara siyahın içine düşmemeli insan, bilinçli kötülük demek çünkü bu... Aynı şekilde, yeni badanalanmış bir duvarın bembeyazından da kaçınmak gerek, çünkü bu da iki yüzlülük ve sonsuz kendini beğenmişlik demek. Aklın yolunu, özellikle de vicdan yolunu -aklın en yüksek, en yüce aşaması olan vicdanın yolunu- cesaretle izlemeye çalışan, dürüst olmak için elinden geleni yapan kişi, sanırım hiçbir zaman yolunu toptan şaşıramaz -bir sürü yanılgıya düşecek, engellerle karşılaşacak, kusursuzluğa erişemeyecek olsa da...
İnsan herkes tarafından pek önemsiz görülebilir, en aleladelerden biri sayılabilir, kendi kendisini sıradan kişilerin en sıradanı olarak hissedebilir- gene de sonunda oldukça sürekli bir ruh dinginliğine kavuşur. Vicdanını geliştire geliştire öyle bir düzeye getirebilir ki, o artık kişiliğinin en iyi, en yüksek öğelerinin sesi olur ve gündelik kişiliği bu sesin hizmetine girer. Artık o zaman skeptizme, sinikliğe dönemez kişi, her şeyi alaya alan bir yıkıcılığa da giremez. Birdenbire olacak bir şey değil bu elbette.