—
(I)
bir akşam serinliğinde, oturduğumuz banktan
bakıyor ışıldayan gözleriyle denize doğru...
Nalia:
"kıyayıya uzanan tekneler,
nasıl da oynaşır dalgalarla!
bak geçiyor öteden bir yük gemisi!
peki ya senin?
taşıdığın en büyük yük neydi..."
düşündüm o an:
özgür kuşların gölgesi düşüyordu denize,
ben tutsaklığımı güneşin batışına gizliyordum.
bir kruvaziyer batıyordu benimle ve hep içimde,
ben buz dağları eritiyordum her gün yüreğimde.
tutsaklığım, dedim ona.
Nalia:
"çekip giden şu güneşi
ardında bırakacağı karanlığı
ve bu hayat tutsaklığını...
hep seveceğim.
batan gemileri,
o buzdan kalbini ve seni...
hep sevdiğim gibi."
sustum ve öptüm onu.
—
(II)
bir parkta yorgunluğumuzu gidermek için oturduğumuzda
elimden tutarken gözlerini dikiyor uzaklara ...
Nalia:
"koşuşturan çocukları gördün mü?
bir şeylerden habersiz ve
her şeyden sorumlular."
düşündüm o an:
rahimden düşen bir lanettik dünyaya
kavimlerce yok olduk
ve tekrar tekrar düştük yollara.
yine karışıyoruz hiçliğe
ve doğuyoruz hiçlikle...
Nalia:
"biz çoktan öldük,
ama onlar bilmiyor bunu değil mi?"
onlar da ölecek bir gün, diyeceğim ona.
bana daha da sokulacak ve
gözlerinin dolduğunu fark edeceğim o an.
—
(III)
yatağımda,
hep sahip olduğu o merakla...
Nalia:
"şimdi nefesini tutsan
hayat da seni tutar mı?
düşündüm bir an.
evet, yaşamayı durduramıyorsun Nalia...
demekle yetineceğim.
dinmeyecek merakı...
Nalia:
"ya hayat ve ölüm arasına
gerilmiş bir ip gibiysen,
ve çekiştiriyorsa ikisi de
bıraksalar kopar mısın gerçeklikten?"
umarım koparım bir gün ama bırakmazlar ki...
ve o zaman susturacak beni.
(2024 Mayıs)