Gönderi

Anadolu’nun bu son ağıtçısı her seferinde ölünün kapıdaki ayakkabılarına bakarak iç geçirdi, rahmetlinin henüz yorgan döşek gezen kokusunu içine çekti, mevtanın elbiselerini kucaklayıp bir yakınından hikayesini dinledi. Ölenin kim olduğunu, neler yaşadığını, hangi zorluklarla büyüdüğünü, neden öldüğünü, hangi muradını tamamlamadığını, içinde hangi ukdenin çözülmediğini, bu dünyadan göçerek kimleri yalnız başına koyduğunu, son anlarında neler söylediğini, arkasında hangi boşluğu bıraktığını öğrendikten sonra kendisini bekleyen kederli kalabalığın tam ortasına kurulup üç gün üç gece boyunca devamlı ağıt yaktı. Giydikleri son elbiseye, yürüdükleri son yola, başlarını koydukları son yastığa, yüzlerini kuruladıkları son havluya, kokularını bıraktıkları odalara, kederle oturdukları taburelere, sıkıntıyla parmaklarını gezdirdikleri masalara, ellerinin dokunduğu son nesneye ağlarım, terekelerinde kalan üç beş eşyaya dünyaya bıraktıkları harflere ağlarım. Ah herkesin ömrünü hikaye ederken kendi ömrüne bir cümle kuramamış olan ben! Hangi birinize ağlayayım şimdi ben? Bu dağlar birer mor salkım gibi göğe yükselirken kimin için ağıt yakayım? Çürümüş ovalara mı, bir zamanlar sadece rüzgarın sesinin işitildiği, avuç avuç suların yüzlere serpildiği, insanların neşe ile gülüştüğü ıssız yaylalara mı? Yırtıcı hayvanların uykuya çekildiği kovuklara, kınalanmış taşlara, dediğinde türlü otların bittiği kayalara mı ağlamalıyım? Akşam olunca bir çadırın içinde anlatılan eski zaman hikayelerini eli çenesinde dinleyen çocuklara mı? Elleri süt kokan kadınlara mı? Yakılmış bir ceviz ağacının altında tütün saran adamlara mı? Bilmedikleri, tanımadıkları topraklarda kaygıyla nöbet bekleyen, yürüdükleri yoldaki her hışırtıya kulak kabartan ve her gün defterlerindeki tabloya bir çentik daha atan bu genç çocuklara mı? Gece yarısı sessizce tıkırdatılan kapılardan uzanan ve ekmek isteyen yorgun, çatlamış, kararmış ellere mi ağlamalıyım? Gecelerin bir örtü gibi sardığı köylerin, yalnızca sokak lambalarının aydınlattığı kasaba sokaklarının, ışıltılı şehir merkezlerinin yasını da ben mi tutmalıyım? Her sabah ölüm kusan memleketin üzerinde bir bulut kümesi gibi gezinip duran acılar da benim haneme mi yazılmalı? Hem, insan başkasına ağlamaz ki hiç. Yalnızca kendine ağlar. Ama ben kendime de ağlamam. Dünya ölümlü, gün akşamlı.. Yalnızdı babam, kendimi bildim bileli yalnızdı. İlgisizdi dünyaya karşı. Mevsimler geçmiş, dünya başka bir bahara uyanmış, öte tarafa geçenler, bu tarafa yeni gelenler varmış, doğadaki mahlukat biraz ilgi alaka istermiş onun umrunda değildi. Bir sessizlik yumağı olarak dünya üzerinde yuvarlanıp giderdi daima. Yaşlandıkça derdine doğru yürürdü insan, o da böyle yapıyordu belki de kimbilir. Hepimiz kısa bir süre için vardık, sonra başka yerlere gidecektik. Hayatta değildik aslında, olmaya yaklaşıyor ama olamıyorduk. Arkamızda kalıyor dünya dedikleri de kalmıyor bizden bir iz yollarda. Yaşlanınca ne çok içinden konuşuyor insan, nasıl da boğum boğum insanın içi de, dinleyeni yok, alıp karşısına konuşanı yok, sarılanı ağlayanı güleni yok, insanın sözünü tamamlayanı yok. Haline yananı yok. Şu karışık dağda lambalar yanar sönermiş, içimdeki közü söndüren yok. Dilimin üzerinde bir kelime geziyor elli yıldır alıp silen yok! Birinci yıl, bugün dedim. İkinci yıl, yarın dedim. Üçüncü yıl, baharın dedim. Dördüncü yıl, kışın dedim.Beşinci yıl uzakta dedim. Altıncı yıl bari bir rüyada görsem ddim. Yedincil yıl artık gelmez dedim. Gözümün yaşı gibi, düştü gözümden dünya. Ölüleri iyi kötü günleriyle değil, son anlarıyla hatırlıyorsun nihayetinde. Ölülerden geriye o son bakış kalıyormuş. Bir hikaye noktalanınca insanın yüzünü de böyle nokta nokta ölüm lekeleri kaplıyormuş geç anladım. Herkesin bir noktası vardır dünyada. Benimki şimdi kimbilir hangi sokaklarda gezip duruyordur. Herhalde yakında ben de ölürüm. Bir gün ölürsem gel ağıdımı yak bu kasabada. Ölüler bile yarım kalan hikayelerini tamamlayabilmek için bir meleğin kanatlarına yapışıp dünyaya geri döner. Dünya sonlu bir yerdi nihayetinde. Ben sana elif... Zaman bir anda üzerime devrildi. Günler geceye, yıllar yıllara, yollar yollara, insan sonunda başka bir insana yazılırdı. Kimsenin yanına yazmadım adımı. Kirpiklerim bile kırış kırış şimdi. Seni görse de seçemez gözlerim. Almaz ki kokunu burnum. Bin düğümle örülen saçlarımın iki teli bile artık yan yana gelmiyor. Gözlerim şimdilerde aynı noktaya bile bakmıyor. Bir gözüm yoldaysa bir gözüm toprakta nicedir. "Neyse ki sonunda ölüyor insan. Şükür ki ölüyor. Kıyamete kalıyor hesap kitap. Üç beş taşla bir avuç toprağa kalıyor. Bir rüya ile bir duaya kalıyor. Bir hatıra ile vara yoğa kalıyor. Şükür ki kalbe değil, sonunda kelimelere kalıyor hesabımız. Söyleyemediğimiz, içimizde kalan o kelimeler biz fark etmeden gelip yüzümüze kuruluyor. Her harf zaman içinde yüzümüze sızıyor." Kim bilebilir o gece ölmediğimizi?
·
86 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.