Gönderi

Papatya& Yakamoz [9-13]
Papatya Yakamoz'un yazdıklarından çok etkilenmişti. Bu nasıl sevmek böyle, Yarabbi, diyordu kendi kendine. Normal bir insan hiç böylesine bir yorumlama yapabilir miydi? Hoş, Yakamoz'a bunları yazdıran yegane güç, yegane ilham kendisinin de belirttiği üzere Aşktı. Zaten öyle değil midir, şiirden en çok nefret edenlerimiz bir kere sevdalanınca şair kesilmezler mi? Gözyaşı dökmeyi zayıflık bulanlarımız, aşk başa gelince gülmeyi unutmazlar mı? Aşka inanmayanlar bir gün sevdaya boyun büküp kavrulmazlar mı? Aşk değişimdir, farkına varmaktır, uyanmaktır. Aşk önce kendini, sonra yaratanı bulmaktır. Belki de bu yüzden vermiştir ya sevmeyi yaratan kalplerimize, ruhumuzun eşini bulalım diye... İyice derinlere dalan Papatya, Yakamoz'un sevgisine layık olamamaktan, onun bu aşk selinin altında bir yağmur suyu kalmaktan korkuyordu. Korkuyordu, çünkü onu seviyordu. Nasıl sevmesinki, böylesine temiz duyguların sahibini? Ah, Yakamoz, dedi Papatya, yüreğindeki sönmeyen alev artık benim de yüreğimde. Dileğim, bu yangının sadece ikimizi yakması... Hemen kısa bir mektupla cevap vermek isteyen Papatya, kalemin başına oturdu ve binlerce duygu yağmurunun altından şunları döktü: "Biricik sevdiceğim, Yakamoz, Bana karşı olan hisleriniz karşısında boynum kıldan incedir. Tek korkum, tek endişem bu duygularınıza yeterli cevabı verememektir. Yanlış anlamayın lütfen, ben hayatımda pek sevgi yüzü görmedim, Yakamoz. İnsanların birbirini karşılıksız, arada herhangi bir menfaat ilişkisi olmadan sevebileceğine asla inanmadım. Bu inançsızlığımın belki de tek sebebi gördüğüm az sevgidir. Sevgisizlik önce içimdeki çocuğu büyüttü, sonra hızlı bir şekilde öldürdü. Bu da ruhumun çok erken olgunlaşmasına ve erken yaşta çok yüksek düzeyde farkındalık hissine sebep oldu bende. Fakat siz, Bay Yakamoz, siz benim cansuyum oldunuz. Ben ufacık bir tohumdum, öyle kendi başına bırak ağaç olmayı, toprağa girmekten ödü kopan ufacık bir tohum tanesi gibiydim. Lakin sevginiz beni o toprağa, o aşk diyarına götürdü ve beni kocaman bir ağaç yaptı. Sevginiz bana güç oldu, hayat oldu. Beni öylesine canlandırdınız ki bir süre sonra bu gelişimim meyve vermeye ve size his beslememe yol açtı. Artık öylesine seviyorum ki sizi, benim bu sevgimi gören arılar benim çiçeklerime geliyor, kuşlar artık kaçmıyor benden, benim dallarımda atıyorlar yorgunluklarını. Çobanlar benim serinnliğimin altında görüyorlar rüyalarını. Bizim bu sevgimiz, herkese örnek, herkese ilham oluyor, Yakamoz'um. Kalplerimizin sonsuza kadar birbirleri için atması dileğiyle, seni seven Papatya, ay yüzlü meleğin..." "Papatya: Bir gün gidersem buralardan, ne yaparsın? Yakamoz, böyle hiç haber vermeden, apansız... Sensizliğe sığınırım, papatya. Papatya:nasıl yani? Bir gün olur da kaybedersem seni, bu şehir bir garip Yakamoz'un yıkıldığı yer olur papatyam; kilitlerle dolu kalbimi, tek bir anahtarla açan sen gidersen, yokluğunda bu kalbi bir daha kimse açamaz. Öylesine yer etti ki şu yaralı gönlümde bir tebessüm edişin, bana tüm acılarımı unutturuverir. Hiçbir şey eskisi gibi gelmez gözüme gayrı. Gökyüzüne bakınca seni hatırlamam, mesela, yada bir çiçek görünce acaba bu da hangi aşığın tesellisi olacak diye düşünmem asla. Sabahlarım bir tuhaflaşır, artık uyanmak istemem rüyalardan. Bilirim seni bir daha göremeyeceğimi, suratsız bir adam olurum mesela, eski yakamoz mumla aranır etrafta tüm gün, çatık kaş, duygusuz bir suratla gezer dururum dört bir yanda. Yanlış anlama sakın, bu sinirim sana değil. Benim tüm öfkem kendimedir, papatya; kendime en çok kendime kızarım. Ben nasıl yaşamışım böyle duygusuz, mantık harici hiçbir şey bilmeyen, kalpsiz bir adam olarak. Nasıl bilememişim seni gördüğüm günlerin nimetini, nasıl görememişim o sıradan gelen günlerin saçtığı muhteşemliği. Kalemim tutmaz olur, değil şiir, tek bir kelime yazamaz bu vurgun. İlhamını kaybeden şair, kanadını kaybeden kuş, suyunu kaybeden balık misali savrulurum burada sensizliğin başkentinde. Ateş sadece kalbimde kalmaz, tüm vücudumu yakar sensizlik. Öyle yakar ki küllerim saçılır seni gördüğüm her bir sokağa... Yağmurlar artık sevimsiz bir ıslaklık olur benim için. Artık görmem seni binlerce damlalar arasında..." Yakamoz: Bazen düşünüyorum da, hayat ne kadar da mucizelerle dolu, değil mi? Papatya:Öyle insan, bu mucizevi kainatta her daim bir arayış içinde. Kendini sevdiğini ve en nihayetinde Rabbini buluverir bu alemde. Belki de bu yüzden sevgi diye bir liman verdi bize yaradan, bunca kötülüğe inat ona sığınalım diye. Belki de gözümüzden düşen tüm damlalar birikir, deniz olur da serinliği, ferahlığı, derinliği rahmet olur. Belki kavuşamayız bu dünyada, göremeyiz yüzlerimizi, bakamayız saatlerce gözbebeklerimize. Yağan yağmurlarda ıslanamayız beraber, yada bir çimin üstünde yatıp bulutları seyrelemeyiz. Uçurtma uçuramayız tesellimiz olan şu gökyüzünde. Kağıtlar eskimez yazdığımız şiirlerle. Lakin bir kere yandık birbirimize, yakamoz öyle yandık ki gözlerimiz perdelendi, görmez olduk kimseyi. Bazen merhem olduk birbirimize, bazen nefes, bazen arkadaş olduk, bazen kardeş kendimizi kaybettiğimiz bu dünyada kavuşmayı yazmamışsa yaratan, elbet bir gün gerçek devranda buluşturur bizi, işte o vakit hiç ayrılmayız..." Yakamoz sevdalandığından beri günbatımlarını bir ayrı sever hale gelmişti. Bugüne kadar onun için basit gelen birçok şey, artık tam anlamıyla bir tablo gibiydi. Mavi, kırmızı, sarı, turuncu; hepsi muazzam bir ahenk içinde birbirlerine karışıyor, gündüz geceye kavuşuyordu. "Ah," dedi kendi kendine, "İnsanın farkındalığı artınca nasıl da acısı da aynı oranda artıyor. Hepimiz zeki, inanılmaz dahi olmak isteriz. Halbuki hayatında tanıdığı hiçbir zeki insanın yüzünü gülerken görmemişti. Ara sıra ufak bir tebessüm, o kadar. Boşuna dememişler, 'Deliler insanların en akıllıların aşırı derecede incinmiş ve kırılmış halleridir,' diye... Çocukları da çok seviyordu artık. O masum, günahsız çocukları... sokakta yürürken bir çocuk gördü mü hemen başını okşar ve içinden, 'Rabbim, sen duamı biliyorsun, amin, amin' diyordu. Eskiden duygusallık çok uzaktı ona. Ne vakit gözü dolsa, ki çok nadiren olur, hemen kendini sıkar, o damlaları asla yere düşürmezdi. Peki şimdi, dökmediği her gözyaşının hesabı sorulur gibi, gözlerindeki nem gitmek bilmiyordu. Şikayetçi değildi bu durumdan, kimseye anlatamadığını gözleri salıveriyordu sadece. Öyle ki insan bazen, o kadar konuşacak birisi arıyordu ki, bir insan diyordu sadece, 'Bir insan beni anlasın yeter.' Konuşsam onunla, döksek birbirimize her şeyimizi, hiçbir tereddüt gözetmeden, tek süsümüz samimiyetimiz olsa. Ah keşke, keşke..." Yakamozdan yeni bir mektup gelmişti büyük bir heyecanla açan papatya hemen okumaya başladı. "Etrafımda diyordu, "Yakamoz, papatyaya, senden önce bir tane bile beni anlayan yoktu." Girdiğim her muhabbet ortamında konu insanlardı: "Şu ne yapmış? Bu kimle çıkmış? Bu bunla ne yapmış?" Bunların hiçbiri umrumda değildi, ay yüzlüm. Çevrem resmen beni yiyip bitiriyordu. Gitgide kendimi insanlardan soyutlamaya ve haliyle paralel olarak yalnız kalmaya başlamıştım. Bu anlaşılamazlık hali, ben farkında olmasam bile içten içe yiyip bitiriyordu beni. Sonra, bu yalnızlık diyarında bir yoldaş bulmuştum kendime: kitaplar... Okudukça kendimi kaybediyordum. İçinde bulunduğum cehennemden kendimi bir nebze olsun kurtarıyordum böylelikle. Çok şey anlatıyordu bana kitaplar: çok yalnızlığı, arayışı, dostluğu, aşkı... Her türden yeni bilgiler giriyordu kafama, sonra daha fazla okumaya başladım. Zaman geçtikçe, bu okumalar ne kadar çok bilmediğimi gösterdi bana. Bu bilgisizlik beni çok dehşete düşürdü. Papatya okuyor, anlıyor, düşünüyor fakat kimseyle tartışamıyordum. İşte bütün herşey burada kopuyordu. Kimseyle öğrendiğimi tartışamamak, bu bilgileri yoğurup işleyememek içimde eriyip gitmesine neden oluyordu. Oysa insan konuşarak var olmaz mı? Her ne kadar zıt fikirlere sahip olsa da, birbirine son derece saygı duyup, karşılıklı diyaloglarla birbirlerine birşeyler katmaz mı? Felsefenin amacı bu değil mi zaten: tartışa tartışa en doğruyu bulmak? İşte bu keşmekeş dünyamda, bir anda sen çıkıverdin karşıma. Kimseyle konuşamadıklarım, senle her gün konuştuğum şeylere dönüştü. Fikirlerin fikrime, düşüncelerin düşünceme değdi. Ufuklarımız birbirlerine yol gösterdi, beraber aydınlandık böylece. Bazen sustuk saatlerce, gözlerimiz konuştu. Bazen ağladık, duygularımız konuştu. Bazen bir tebessümün her şeyi çözüverdi. Öyle ya da böyle, öyle güzel günler geçirdik ki papatyam, galiba artık sensiz yapamaz bir haldeyim. Beni kendinden mahrum bırakma, olur mu? Seni çok seven, Yakamoz'dan sevgilerle, gözlerinden öpüyorum..."
·
131 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.