Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Her şey değişir de şu insan yok mu, insan zor değişir. Kendimiz bile güzel olanı bilir, doğru olanı anlar ama yine de değişmeye direniriz. Ne tuhaf. Kızılırmak'ın aynı kitabında geçer: "Bir şey bulmuştum. Yaşamayı kolaylaştıracak, güzelleştirecek bir şeydi. Unuttum sonra. Yine kendim oldum, kaçınılmaz ve imkânsız kendim." Belki bir sabah biz de değişiriz sevgili okur. Unutmayız bu sefer, ne dersiniz? Var olun.
Günay Çetao Kızılırmak
Günay Çetao Kızılırmak
-
Köstebek Yolları
Köstebek Yolları
İletişim Yayınları, s.49-51 Ormanda dolaşmak bir kitabî heves, bir imkânsızlık, ihmal ve nihayet terk edilmiş bir ütopya. Birçok şehirli gibi ben de zaman zaman ormanda gezmeyi arzuladığımı düşünürüm ama en yakındaki ormana bile kolay kolay gitmem. Hiç gitmem. Hep bir gün gideceğimi düşünürüm çünkü eninde sonunda gitmemek olanaksız ve büyük gaflettir. Gitmedikçe, görmedikçe, özlemedikçe orman da artık güzel bir kelimedir. Irmak gibi, sevda gibi... Yine de bu, içinde hiç piknikçi, mangalcı, atletik vücutlu genç, ilk kalp krizinden sonra koşuya başlamış kır saçlı adam olmayan vahşi dünyaya girdiğimde başım döndü. Hızlı bir gelgit. Bir sağırlık. Adlarını ve kerametlerini bilmediğim çok uzun ağaçların arasında amaçsızca yürüyordum. Bir süre sonra yorulup birinin dibine oturdum. Ölüye yatan zihnimi çalıştırmayı denedim. Şimdi ne yapmalı, nereye gitmeli? Bir rüyadan uyanıp diğerine, ondan uyanıp bir başkasına yatmak ve bu kabukların içinden hiç çıkamamak demek olan bir ömürden hangi yöne doğru gidildiğinde yeterince uzaklaşılmış olur? Hareket kesilir kesilmez o tanıdık çarpıntı başladı. Toprağa uzanıp, köklerin üzerindeki kadife yosuna ensemi dayayıp hiçbir şey düşünmeme terapisini uyguladım. Hiçbir şey düşünmediğinizi de düşünmeyin diyorlardı hani. Sonunda kedi gözlü kızı görecektim çünkü hikâye onsuz gitgide kuruyordu. Onu ben mi getirdim, kendisi mi geldi bilmiyorum a üzerindeki uzun mor entariyle bir Anadolu masalından çıkmış ya da göklerden ruhumu almak üzere indirilmiş gibiydi. Gerçek kız otelde pikelerden güller yapıyor ve müşterileri nazikçe tersliyor olmalıydı. Onu uydurduğumu anlayınca rahatladım. İnsan delirmekte olduğunu anladığında bir nebze rahatlıyor da olmalı. Seslendim. Durdu. Az önce ağlamış gibi bir hali vardı. “Ne var?” dedi nefretle. “Hiç. Beni hatırladınız mı?” dedim. “Ben kayboldum.” Altıma işedim, der gibiydi herhalde halim. Ne güldü ne de yaklaştı, gözlerini yumup dua okur gibi dudaklarını kıpırdattı. Belki de meczuptu. Çaresiz gözlerimi yumdum ben de. Açtığımda kaybolmuştu. Elbisesinin morluğu havada bir yeri boyuyordu hâlâ. Artık daha iyiydim. Görmek istediğimi görebildiğime göre gitmek istediğimi de nasılsa giderdim. Az sonra tıpış tıpış yürüyerek ormandan çıktım. Nasıl kaybolduğumu, nasıl doğru yola çıktığımı bilmiyordum. Tek bildiğim dönüş vaktimin geldiğiydi. Otobüs gitgide hayal ürünü olduğuna kani olduğum güzellikler diyarından çıktıktan iki saat sonra yerleri ıslak, tuvalet kokan bir dinlenme tesisinde durdu. Tuvaletten çıkınca bir sigara yaktım. Çay istedim. Bulaşık suyuyla demlenmiş çayı içerken anneme hiçbir şey almadığımı hatırladım. İçerden bir kutu pişmaniye alıp çıktım - çikolata kaplısını çok sever. Kimi yolcuların hiç uyanmadığı, kimilerininse açık havadan sonra lüzumsuzca canlandığı otobüse dönüp koltuğuma gömüldüm ve göğsümü kemiren kurdu serbest bıraktım, “ye beni, bitir, elinden geleni ardına koyma”, ama o da yorgundu... O zaman kedi gözlü kızı düşündüm, artık yeterince uzak ve hepten erişilmez olduğuna göre onu hayal edebilir, eksiklerini tamamlayarak gönlümce var edebilirdim. Bu kız teneke saksılarda sardunyalar büyütüyor, otelden ya da köyden bir hayırsızı seviyor ve yaşlandığını düşünüyor olmalıydı. Boyunu düşünüyordum - uzun. Milliyeti - yok. Şivesi - peltek. Gözleri - su karışmış bakır rengi. Yaşı - yirmi yedi, yirmi sekiz. Gözleri - kedi. Evi - yerleri taş. Zevkleri - köy çocuklarıyla koşturmak. Çocuklar - badem gözlü. Elleri - küçük ve nemli. Kalbi - telaşlı. Ormanda yürüyoruz. Bana sincaplarla ilgili bir şeyler anlatıyor. Yağmurdan korunmak için kuyruğunu şemsiye gibi kullanan sincabın taklidini yapıyor. Onu sonsuzca yabancılayışım hiç bitmesin istiyorum. Çok yakınım olsa ama hep böyle yabancım kalsa. Sevdiğinden vazgeçip benimle evlense, üç çocuk yapsak, akşamüzeri evlerinin önündeki alçak sedire oturup, bütün ailesiyle birlikte çay içip, lambanın etrafında dönen sinekleri, kelebekleri izlesem. Muhakkak sesi güzel biri olur içlerinde ve yanık bir türkü söyler - mutfaktan gelen o türküyü. Sabahları kamyonetimle onu otele bırakırım, o içeri girene kadar beklerim, gitmem. Sonra hasta ineğimiz için hekim getirmeye kasabaya giderim. Böylece her şeyin tam tersinin gerçekleştiği kıyıda uyuyakaldım. Rüyamda açık havada, bir kerevette uzandığımı gördüm, başım mor bir entarinin üzerindeydi - küçücük bir el saçlarımı okşuyor, gencecik bir ses tılsımlı bir türkü mırıldanıyordu. Uzun sessizliklerle söylenen öylesine tuhaf bir türküydü ki bu herhalde hiç yakılmamıştı.
··
115 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.