Gönderi

Ve bu hayatlarda güldü, ağladı, kendini sakin de hissetti, dehşet içinde de; hissetmediği duygu kalmadı. Hayatlar arasında gidip gelirken her seferinde kütüphaneye dönüp Bayan Elm'le görüştü. İlk başlarda, hayatları deneyimledikçe, transferdeki sorunlar azalır gibiydi. Kütüphane bir kez olsun dağılma, çökme ya da tamamen yok olma tehlikesiyle karşılaşmadı. Bu geçişler sırasında, ışıklar titreşmedi bile. Nora hayatı olduğu gibi kabullenmiş gibiydi; kötü bir deneyim yaşandı diye bütün deneyimlerin kötü olması gerekmiyordu. Hayatını acı çektiği için değil, acıyı dindirmenin bir yolu olmadığına kendini inandırdığı için bitirmek istediğini anlamıştı. Hem depresyonu yaratan şeydi hem de korkuyla umutsuzluk arasındaki ayrımdı bu. Korku, bir mahzene girerken kapının kapanıvereceğini düşünerek endişelenmekti. Umutsuzluksa o kapının kapanıp üstüne bir de kilitlenmesi demekti. Fakat Nora yaşadığı her hayatla birlikte hayal gücünü kullanmakta ustalaştıkça, o sembolik kapının da biraz daha aralandığını gördü. Bazı hayatlarda en fazla bir dakika, bazılarında günler, haftalar boyu kalıyordu. Ne kadar çok hayat yaşarsa, herhangi bir yerde kendini evinde hissetmesi o kadar zorlaşıyordu sanki. Sorun, Nora'nın sonunda benlik duygusunu yitirmeye başlamış olmasıydı. Kendi adı bile kulaktan kulağa fısıldanan bir sözcük, anlamsız bir ses gibi gelmeye başlamıştı. "İşe yaramıyor;' demişti Hugo'ya, Korsika'daki plajda bara oturup yaptıkları son konuşmada. ''Artık zevk almıyorum. Ben sen değilim. Bir yerde kalmam lazım. Ama bütün zeminler sarsak:' "İşin zevki sıçramakta, *mon amie*:' "Ya iniş yapmak daha zevkliyse?" Hugo araftaki videocuya tam o anda dönmüştü. "Pardon;' demişti öbür Hugo, batan güneş manzarasının önünde şarabını yudumlayarak, "bir an kim olduğunu unuttum da:' "Sorun değil;” demişti Nora. "Ben de unuttum:” Sonra ufukta az önce kaybolan güneş gibi, o da çekip gitmişti.
58 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.