Gönderi

1966'da Ötüken'de yayımlanan "Bozdoğanla Sarı Yılan" aslında 25 yıl önce yazılmış ve o tarihte Bozkurt dergisinde çıkmıştır; fakat dergi, bu sayıda kapatılmıştır. Ötüken dergisinde yeniden yayımlanan hikâyenin sonunda "15 Haziran 1941, Maltepe" kaydı vardır. "Bozdoğanla Sarı Yılan" sembolik bir hikâyedir. Bir kaya üzerinde keyifle güneşlenmekte olan sarı yılan, üzerine doğru alçalan bozdoğanı görünce bir kaya kovuğuna sığınır. Bozdoğan öfkelenir ve yılanı korkaklıkla suçlar. Bir yandan da gagasıyla kovuğu aşındırmaktadır. Kovuğun aşındığını gören yılan korkuya kapılır ve bir kurnazlık düşünür. Bozdoğanı yarışa çağırır. Karşı dağın tepesine kim daha önce çıkacaktır? Bozdoğan tepeye doğru hızla uçarken önce kargalarla, sonra bir ak sungurla karşılaşır ve onlarla dövüşmek zorunda kalır. Bu arada yılan karşısına çıkan bir kirpiyi sinsice sokmuş ve tırmanmaya devam etmiştir. Ak sunguru yenen bozdoğan ise kanadından ve göğsünden yaralanımıştır. Yine de tepeye doğru uçmaya devam eder. Bu defa karşısına bir kara kartal çıkar. Yine dövüş. Kartal kavgayı kazanır. "Bozdoğanın bir kanadı kırılmış, bir gözü kapanmış, her yeri kan içinde kalmıştır." Yavaş yavaş düşmektedir: Sarı yılan seslenir: "Yarışı kazandım. Senden önce buraya geldim. Senden yüksekteyim." Bozdoğan cevap verir: "Sürünerek çıkmak yükselmek demek değildir. Sen yukarılara doğru çıksan bile yine alçaksın. Ben aşağıya düşerken bile yükseğim. Sen yılan gibi yükseldin. Ben doğan gibi düşüyorum. Hikâyenin sonundaki cümlelerin, Cenap Şahabettin'in "Zirvelerde kartallar da bulunur, yılanlar da. Ancak birisi oraya süzülerek, diğeri ise sürünerek gelmiştir. Önemli olan nereye gelmiş olduğunuzdan çok, nereden ve nasıl geldiğinizdir.” vecizesine telmihte bulunduğu açıktır. Bu telmihten de anlaşılmaktadır ki sarı yılanla bozdoğan, bir makama dalkavukluk yaparak, sürünerek çıkan insanlarla başı dik, hakkıyla yükselen insanların sembolleridir. Hikâye 1941 yılında yazıldığına göre o yıllardaki bazı makam sahiplerine göndermede bulunduğu anlaşılmaktadır. Hikâyenin adından önceki “Her Çağın Masalı" ibaresinin sonradan, yani 1966'daki yayımlama sırasında konulduğunu sanıyorum. Evet, hikâye 25 yıl önce yazılmıştır ama 25 yıl sonra da aynı "masal" geçerlidir. Bugün de zirvelere doğan gibi süzülerek çıkanlar yanında yılan gibi sürünerek çıkanlar da vardır. İlk dört hikâyedeki "başlangıç üslubu” bu hikâyede artık yoktur. Dil, kesik cümlelerden, şimdiki zaman tekrarlarından kurtulmuş ve olgunlaşmıştır. Fakat ilk hikâyelerde de bu hikâyede de motifler ve kavramlar Atsız'a mahsustur. İlk hikâyelerde "tabiat"ın ne kadar geniş ve önemli bir yer tuttuğunu görmüştük. Bu hikâyede de aynı şekilde tabiat önemlidir; zaten hikâye doğrudan doğruya tabiatın iki canlısı, bozdoğan ile yılan üzerine kurulmuştur. Şeref ve savaş kavramları bu hikâyede de önemli yer tutar: "Yerde sürünmeye alışıksın. Düşmanlarını gizlice zehirlersin. Kuvvetlilerle çarpışmak için yüreğin yoktur. Yalnız menfaat için kıpırdarsın. Şeref için savaşmanın ne olduğunu bilmezsin." "İki Onbaşı" hikâyesinde ve romanlarında görülen savaş sahneleri bu hikâyede de vardır: "Ah, döğüşmek bahtiyarlığı! İki denk düşman şiddetle vuruşuyorlardı. Havada kısa kavisler çiziyorlar, sonra şiddetle birbirine doğru fırla yarak sert kanat ve pençe vuruşları yapıyorlar. Gagalarıyla birbirlerinin kanat tüylerini yolarak uçuş kabiliyetlerini azaltmaya çalışıyorlardı." Hikâyedeki "Bozdoğan zaferle sarhoştu." cümlesindeki zaferden sarhoş olmak imgesi, 1944 yılında yazılan "Selâm" şiirinde de vardır: Yaralarım ağır, fakat mestim zaferden. Hikâyenin olumlu kahramanının bozdoğan olması boşuna değildir. Yırtıcılara karşı Atsız'ın özel bir sevgisi vardır. 1933'te yazdığı "Kahramanlık" şiirinde şöyle diyor: Yırtıcılar az yaşar... Uzun sürmez doğanlık... Her ışığın ardında gizlidir bir karanlık; Adsız sansız olsa da, en büyük kahramanlık: Göz kırpmadan saldırıp bir daha dönmemektir. Hikâyedeki bozdoğan da karşısına çıkan ak sungura ve kara kartala gözünü kırpmadan saldırmış, kahramanca dövüşmüş ve ölmüştür. Yırtıcılar çetin şartların canlılarıdır. Hikâyede Atsız, yırtıcıların içinde bulunduğu çetin şartları sarı yılanın düşüncesiyle aktarır: "Bu kartallar, sungurlar, doğanlar bu yüksekliklerde nasıl yaşıyorlar... Bunların yaşayışı çetin bir boğuşmadan ibaretti. Keskin göz, güçlü kanat, yırtıcı pençe gerekti. Bir zayıflık anı buradaki yaratıkları yok ede bilirdi." Bu cümlelerin arka planında Atsız'ın, bozkırların çetin şartlarını düşündüğü muhakkaktır. 1941 yılından birkaç yıl önce, Bozkurtları Ölümü'nün üçte birinden fazlasını yazmış ve Tahsin Demiray'ın çıkardığı Ateş dergisinde tefrika etmiştir. Romanda Gök Türklerin, çetin bozkır şartlarındaki yaşayışı sık sık tasvir edilir. Bozkırda da bir anlık zayıflık ölüm getirir. İşte Atsız, tarihin bozkır Türkleri ile yükseklerin yırtıcıları arasında bir benzerlik bulduğu için "az yaşayan", ömürleri uzun sürmeyen doğanları sevmiş ve bu hikâyesinde de "zaferle sarhoş” olan, "hiçbir karşılık beklemeden ün ve şan için yapılan” bir çarpışmaya "göz kırpmadan" atılan boz doğanı kahraman olarak işlemiştir. ** 1931 yılında yayımlanan, fakat daha önce yazıldıklarını düşündüğüm ilk dört hikâyede Atsız'ın üslubu henüz oturmamış ve olgunlaşmamıştır. Fakat bu hikâyelerde bulunan motif ve kavramlar, Atsız'ın bütün sanat ve düşünce hayatına hâkim olan motiflerden ve kavramlardan farklı değildir. Savaş ve şehitlerle ilgili üç hikâye, 1920'lerin savaş edebiyatı ruhuna uygun olmakla birlikte, şehitlerin ve şehit ruhlarının kutsanması, Atsız'cadır. Bir aşk konusunun işlendiği, şuh ve garami bir üslubun kullanıldığı "Erkek, Kız" hikâyesi, Atsız'ın bir başka yönünü öne çıkarır. Varsağılarda ve diğer bazı şiirlerindeki “âşık" Atsız'ı. 1946'da biten Bozkurtların Ölümü'nün baş kahramanı Kür Şad sadece kahramandır, epik bir kişiliktir. 1949'da biten Bozkurtlar Diriliyor'un baş kahramanı Urungu ise hem kahraman, hem de âşıktır; epik ve lirik bir kişiliktir. Ruh Adam'ın kahramanı da âşık olan ve aşkı yüzünden ızdırap çeken Selim Pusattır. 1941'de yazılan "Bozdoğanla Sarı Yılan" hikâyesinde ise Atsız'ın üslubu artık oturmuş ve olgunlaşmıştır. Hemen hemen bütün yazılarında, şiirlerinde ve romanlarında yücelttiği şan, şeref, savaş, kahramanlık bu hikâyenin de ana kavramlarıdır. Teşhis (kişileştirme) sanatının kullanılmasına varacak derecede tabiata ve tabiat unsurlarına yer verilmesi, Atsız'ın beş hikâyesinin de ortak tarafını teşkil eder. Özellikle ay ve fırtınanın Atsız'ın edebî eserlerinde özel ve ağırlıklı bir yere sahip olduğunu söyleyebiliriz. Fikir ve hayal dünyasıyla, vurgulanan kavramlarla beş hikâyede de Atsız vardır.
71 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.