Gönderi

Bir gün Auckland sahilinde yürüyüşe çıktım ve gördüklerimi düşündüm - ilk defa gitgide hızlanan toplumumuzun mantığına doğrudan kafa tutmuş bir yere gitmiş olduğumu fark ettim. Bizi daha hızlı yürümeye, daha hızlı konuşmaya, daha çok çalışmaya iten bir kültür içinde yaşıyoruz; üretkenlik ve başarının kaynağının bu olduğu öğretiliyor bize. Oysa buna hayır diyen, "Biz yavaşlayacağız, dinlenme ve dikkate daha fazla yer ayıracağız," diyen bir grup insan vardı burada. Bu aklı başında karar çoğumuza imkansız bir lüks olarak görünüyor şu an. Çoğu insan yavaşlayamıyor, çünkü yavaşladıkları takdirde işlerini veya statülerini kaybedeceklerinden korkuyorlar. Yılda bir hafta olsun tatil yapan Amerikalıların oranı bugün sadece yüzde 56. O yüzden insanlara dikkat becerilerini artırmak için ne yapmaları gerektiğini söylemek-aynı anda tek bir işle meşgul olmak, daha fazla uyumak, daha çok kitap okumak, zihnin gezinmesine izin vermek- zalim iyimserliğe kayabiliyor rahatlıkla. Toplumumuzun şu anki işleyiş tarzı böyle şeyler yapmalarına izin vermiyor. Ama böyle olması şart değil. Toplumun değişmesi mümkün. Bu konu üstüne düşündükçe biraz rahatsız oldum, çünkü Yeni Zelanda'da olup bitenleri bu şekilde anlatmak sizde yanlış bir izlenim uyandırabilirdi. Andrew Barnes'ı çok sevdim -alışılmadık ölçüde aydınlanmış ve düzgün bir işveren- ama kendi patronunuzun da bir aydınlanma yaşayıp çalışma sürenizi haftada dört güne indirmesini beklemenizi istemem. Bu değişimin gerçekleşmesini istiyorsak başka bir yoldan gitmemiz gerekecek muhtemelen. Yüz yıldan uzun süredir çalışanlara garanti edilmiş bir dinlenme ve düşünme dilimi olan hafta sonunu düşünelim. Nasıl oldu bu? On sekizinci yüzyılda Sanayi Devrimi dalga dalga ilerlerken işçilerin birçoğu işverenleri tarafından günde on saat, haftada altı gün çalışmaya zorlanıyordu. Fiziksel ve zihinsel olarak yıkıcı bir durumdu. Bunun üzerine birlik olup insanca yaşamak için zaman talep etmeye başladılar. Çalışma saatlerinin azaltılmasını talep eden ilk grev 1791 yılında Philadelphia'da gerçekleşti. Polisten dayak yiyen işçilerin birçoğu sonrasında işinden kovuldu. Ama vazgeçmediler. Daha sıkı savaştılar. 1835 yılında sekiz saatlik çalışma günü için ilk genel grev yapıldı. Ancak on yıllar süren bu gibi mücadeleler sonunda sekiz saatlik çalışma günü ve hafta sonları hemen herkes için geçerli hale geldi. Andrew gibi birkaç istisna hariç şirket sahipleri kendi istekleriyle sizin daha az vaktinizi alacak değiller. Buna zorlanmaları gerekiyor. Hafta sonlarının ortaya çıkışı toplumun hızlanması karşısında verilmiş en sert yanıt oldu. Haftada dört gün çalışma süresi de ancak benzer bir mücadeleyle kazanılabilir.
·
118 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.