Gönderi

Atatürk ve milli mücadele ilk zamanları
İstanbul tarafından görevinden alınmış ve istenmeyen adam ilan edilmiş bir devlet memuru olmak, hiçbir geliri olmaksızın "sine-i millet"e sığınmak demekti. Ayrıca Amasya Tamimi'ne beklediği tepkiyi alamamış ve rotasını Erzurum'a çevirmek zorunda kalmıştı. Geleceği belirsizdi. Bu yüzden, Erzurum'daki havayı anlayıp oradaki hareketlenmede bir rol edinene kadar paşa üniformasını üzerinden çıkarmaması gerekiyordu. Kısacası, zamana ihtiyacı vardı; o da işi bilinçli bir biçimde uzatarak zaman kazanmaya çalışmıştı. Ankara'da açılan Büyük Millet Meclisi'nin Sultan VI. Mehmet Vahdettin'i kurtarmak istediği iddiasına gelince; bu Meclis'in başlangıçta tek meşruluk kaynağı, İstanbul'daki Meclis-i Mebusan'ın 16 Mart 1920'de işleyemez hale getirilmiş olmasıydı. Bunun farkında olan Meclis, hemen 29 Nisan günü Hıyanet-i Vataniye Kanunu'nu çıkararak kendisine bir meşruluk zemini yaratmıştı. Bu kanuna göre TBMM, vatanı, ulusu, başkenti ve Saltanat'la Hilafet'i kurtarmak için kurulmuştu. Yani amacı Sultan'ı değil, Saltanat'ı; Halife'yi değil Hilafet'i kurtarmaktı. Seçimleri Anayasa'ya aykırı olarak süresiz erteleyen, yani meşrutî rejime fiilen son veren, aylarca seçim çağrısı yapmamakta direnen, sonra da kendi iradesi hilafına 12 Ocak1920'de toplanan son Osmanlı Meclis-i Mebusanı'nın açılışına hasta olduğuna dair bir yalan uydurarak gelmeyen bir sultanı TBMM'nin kurtarmak isteyebileceğini hayal etmek bile abes olur. Hele bunu İttihat ve Terakki Cemiyeti üyesi olarak Meşrutiyet'i yeniden yürürlüğe koyma yolunda ölüme bile gideceğine dair yemin etmiş ve 31 Mart Vakası'nda Meşrutiyet'i kurtarmak için Hareket Ordusu'na katılmış bir subaydan beklemek düpedüz saçmalıktır. Bu durumu mümkün kılan iki önemli yanlışımız var. Bunların ikisinde de, daha önce söylediğimiz gibi, Atatürkçü muhafazakârlıkla İslamcı muhafazakârlık ortaklık halindedirler. Bu çevrelerin bizi sürükledikleri birinci yanlışımız, Milli Mücadele döneminde karşı karşıya gelenlerin nasıl bir geçmişten yola çıkarak o günlere geldiklerini, yani İkinci Meşrutiyet döneminde neler olduğunu bilmememizdir. İkinci yanlışımız ise, Kurtuluş Savaşı olarak adlandırdığımız dönemi, barış yolunun kesin olarak tıkandığı tarih olan 16 Mart 1920'de başlatacağımız yerde, Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun yolculuğuyla başlatarak, Erzurum ve Sivas Kongreleri döneminin, doğal olarak kurtuluşu da hedefleyen, ama temelde Sultan VI.Mehmet Vahdettin'in fiilen son verdiği Meşrutiyet'e dönüş çabası dönemi olduğunu görmemekte ısrar etmemizdir.
·
24 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.