Gönderi

1950'lerdeki kalem kavgaları: 1950'lerde Atsız'ın üç polemik yazısı vardır. "Faruk Nafize Bir İhtar” başlığını taşıyan yazı, 9 Şubat 1951 tarihli Orkun'un 19. sayısında; "Yalan” başlıklı yazı, 25 Mayıs 1951 tarihli Orkun'un 34. sayısında çıkmıştır. 1956'da da Ocak gazetesinde Nurettin Topçu'ya karşı bir yazı yazmıştır. Türkçülük ve Turancılığa çatan kim olursa olsun Atsız dayanamaz. 1930'larda "günümüzün en kuvvetli şairi" olarak gördüğü Faruk Nafiz'in Turancılığa çatması üzerine de kalemi eline almıştır. Faruk Nafiz (Çamlıbel), Hürriyet gazetesinde çıkan 16 Ocak 1951 tarihli fıkrasında şunları yazıyordu: "... sağcı, milliyet dâvasını Turancılığa ve ırkçılığa çevirir çevirmez, anlaşılıyor ki fikri fitneden salim değil! Milliyet gibi, din gibi mukaddes mefhumları fitne ve fesâda alet edenlerin hangi maksatla harekete geçtikleri malûm. Aşırılık geçitlerini, mahkemenin ve zabıtanın, kanunun ve cezanın şiddetli kontrolüne almaktan başka çıkar yol gösterebilir misiniz?.." Atsız'ın "ihtar"ı 1930'larda olduğu gibi sert ve alaylıdır: "Irkçı-Turancılarda pek çok kusur bulunabilir. Ardından gittikleri ülkü de Faruk Nafize göre bir hayal olabilir. Fakat hayal ardındaki insanlara fitneci, fesatçı denmez." "Askerliğini yapmamış olan ve bugün alay ettiği Turancılık ve ırkçılığı müdafaa eder mahiyetteki 'Akın' piyesini kendi ilmî (!) kanaatları dışında, emirle ve ısmarlama olarak yazan Faruk Nafizin ülkü vâdisinde kalem oynatması gülünç oluyor." "Sen ırkın ve ırkçılığın ne olduğunu, Turandan ne kastedildiğini bilmediğin halde sırf parasını aldığın gazeteye yaranmak için bana ve arkadaşlarıma (çünkü ırkçı ve Turancı yalnız biziz) fitne ve fesat isnat etmeğe utanmıyor musun? Senin gibi bir alaylı edebiyat öğretmeni bu konularda kalem oynatabilir mi?" (s. 4). "Azizim Faruk Nafiz!" Atsız'ın üslubunun açık ve anlaşılır olmasının bir sebebi de kavramları birbirinden ayırmadaki titizliğidir. Her kavram yerli yerinde kullanılmalıdır. Bir kusur olarak görülse bile hayalciliğin, "fitne ve fesat" kavramlarıyla ilgisi yoktur. Önce bu ayrım ortaya konuluyor ve ardından "gülünç, yaranmak, utanmazlık" gibi suçlamalar geliyor. 1930'larda da sık kullandığı sorulara başvurma ve "alaylı" suçlaması burada da vardır. Atsız bazı farklı sıfatlarla vurmaya devam ediyor: "Sen ve senin gibiler yalnız ve ancak 'Ebnâyı Zamân' ve 'eyyamgüder'siniz. Şimdi her yerde demokrasi teranesi var ya... Tut o tarafı, gitsin..." Ebnâyı Zaman. Zamane çocukları. Eyyamgüder. Günün icaplarına göre hareket eden eyyamperest. Yazının sonunda emir kipiyle Faruk Nafiz'e seslenmeye devam ediyor. Öldürücü ironi, son cümlededir: "Milletvekili oldum diye bir şey oldum sanma... Şiirde kazandığın iyi adı fikir ve siyaset alanında berbat etmek istemiyorsan sus. Bütün ömrünce kadın ve havaiyattan başka bir şey konuşmamış olan Faruk Nafizin ağzında ciddi şeyler gülünç oluyor. Siyaset, ülkü, ciddi işler senin neyine gerek? Emin ol ki:" "Duymadım kimsede asla etinin lezzetini," "Dişlerim geçti de kaç yüz kadının kalçasına" gibi müstehcen mısraların bile ırkçı-Turancılara, yani bir fikir uğrunda çok şeylerini kaybetmiş olan Türkçülere yaptığın iftira kadar çirkin değildir." "Sen ırkı ve Turanı erbabına bırak da yine kendi ihtisasına dön ve eğer takma dişlerinin ağzına dökülmeyeceğinden eminsen yine kadın kalçalarını dişlemekte devam et..." (s. 4). "Yalan” başlıklı yazı, Hâmit Şevket (İnce)'e karşı yazılmıştır. Hâmit Şevket, 1951 Mayıs'ında, TBMM'de Atsız aleyhinde konuşmuş ve Atsız'dan "Hitlerizme tâbi adam" diye bahsetmiştir. Atsız önce Hâmit Şevket'in konuşmasından bir parçayı aktarıyor: "Nihâl Atsızla Bulgaristan hududunda öldürülen Sabahattin Ali arasında bir hakaret dâvası vardı. Bana dediler ki: Milliyetçi, ateşin bir genç olan bu adamın dâvasını senin gibi milliyetçilik yolunda anılmış bir avukata vermek istiyoruz, bunu al. Ben de (Memnuniyetle!) dedim ve vekâletini deruhte ettim." (s. 3). Aktarmadan sonra Atsız yine söyleyeceğini en baştan söylüyor: "Bu sözler yalandır. Benim dâvamı ikimiz de milliyetçi olduğumuz için almış değildir. Hâmit Şevketle aynı yolun yolcusu olamam. O milliyetçi ise, mutlaka ben değilimdir. Onun milliyetçi olduğu hakkındaki rivayeti de yalnız kendisinden menkuldür. Bu memlekette onu milliyetçi diye tanıyan kimse yoktur." Atsız devam ediyor: "İşte şimdi bu küçük ihtiyar, aradan yedi yıl geçtiği, ben askerî mahkemeden beraat kararı almış olduğum halde, yine bana 'Hitlerizme tâbi bir insan' diye saldırıyor, yine ölçüsüz konuşarak, aklınca, başımı belâya sokmak istiyor. Belâdan çekinmiyorum ve belânın 'erbâbı istihkak' aradığını, Hâmit Şevket gibilere gelmek tenezzülünde bulunmayacağını biliyorum." (s. 3). Atsız belanın üstüne giden adamdır. Bela, ancak hak edenlere gelir; Hâmit Şevket gibilere tenezzül etmez. Belaya uğramayı bir üstünlük, âdeta bir şeref saymak Atsız'a has bir düşünce olabilir. Ve eğer bela bir üstünlük, bir şeref payesi ise ancak Atsız gibi olanlara gelir; Hâmit Şevket gibilere "tenezzül” etmez. Hâmit Şevket konuşmasında Atsız'ın "Dalkavuklar Gecesi" romancığını da anmış, fakat yanlış olarak "Sarhoşlar Gecesi" demiştir. Bu, Atsız'ın kaçırmayacağı bir alay konusudur: """Sarhoşlar Gecesi' adında bir eserim yoktur. Fakat Hâmit Şevket bana bu isimde, yahut 'Bunaklar Gecesi' isminde bir eserin ilhamını verebilir." (s. 3). Atsız'ın "mürekkepli kalem tartışmaları"ndan biri de Nurettin Topçu'ya karşı yazdığı bir yazıdır. “Bir Felsefe Öğretmeninin Yanlışları” başıklı yazı 1956 yılında Ocak gazetesinde çıkmıştır. Topçu'nun Anadoluculuk anlayışını ve Temir'e "kahpe Timur" deyişini eleştiren Atsız, Topçu'nun "koyu müslüman”lığından ve Eğinli olmasından hareketle şunları yazıyor: "Nurettin Topçu koyu Müslüman geçindiği halde, ömrü, müslümanlığın ana prensiplerinden birini baltalamakla geçiyor: İslâm dinine göre bütün Müslümanlar kardeş değil mi? O halde Türkistan'ın Müslüman Türklerine olan hıncının mânâsı ne? Bu hınç, onları Aksak Temir'in torunları saymaktan doğuyorsa, yani 500 yıllık zaman aşımına aldırmayarak atanın suçunu toruna yüklemek istiyorsa, bundan zararlı çıkacak olan kendisidir. Çünkü Nurettin Topçu Eğinli'dir. Eğinliler ve bütün Doğu Anadolu Türkleri, Ankara Savaşı'nda, Temir ordusu saflarında Yıldırım Bayazıd'ın Osmanlılarına karşı çarpışmışlardır. Herhalde, Nurettin Topçu'nun o zamanki ataları da bu Türkmen atlılarının arasında Bayazıd'a karşı ok atıp kılıç savurmuşlardır. Temir'e kahpe demekle, Nurettin Topçu, bir kahpenin ordusunda hizmet etmişlerin soyundan gelmeyi kabullenmiş olmuyor mu?" (Orkun 23, 25 Aralık 1963: 14). Topçu'nun Şiilik karşıtlığını da Atsız, alaylı bir dille eleştirir: "Topçu'ya göre şiîlik, Anadolu milletinden olmaya manidir. Bir felsefe öğretmeninin, geniş felsefî düşünüş yerine böyle dar bir mezhep kaygısına kapılmasındaki garabet, dillere destan olsa gerektir... Şiiler bizim milletten olmayınca 'Fuzuli' elden gitti demektir. Gerçi, Fuzuli Iraklı olduğu için Topçu onu zaten milletten tardetmiş demektir. Fakat sanatına saygı göstererek tekrar içeri alması ihtimali de bu şiîlikle büsbütün ortadan kalkmaktadır." (s. 15).
·
78 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.