Gönderi

MEÇHUL ŞEHZADE: DELİ KURT Olay Örgüsü 1403 yılının sonlarıdır. Üstü örtülü bir kağnı gecenin karanlığında ilerlemektedir. Genç bir atlı tedirgin bir şekilde kağnıyı yönetmektedir. Kağnıda Yıldırım Bayazıd'ın oğlu İsa Beğ'in eşi Bala Hatun vardır. Bala Hatun hamiledir. Osmanlı sipahisi Çakır Ağa onu sütanasının evine götürmektedir. Çakır Ağa, İsa Beğ'in en güvendiği sipahilerdendir. Eşkıyalar tarafından öldürülmek üzere iken İsa Beğ ve adamları tarafından kurtarılan Çakır, İsa Beğ'in hizmetine girmiş, onun en kahraman ve sadık çerilerinden biri olmuştur. Şehzadeler kavgası sırasında eşini ve doğacak çocuğunu emniyete almak isteyen İsa Beğ onu Çakır'a emanet ederek güvenli bir yere götürmesini istemiştir. Çakır da güvenli bir yer sütanası Satı Kadın'ın evini seçmiştir. olarak Bala Hatun'u sütanasının bulunduğu köye götürürken üç derviş tarafından Çakır'ın yolu kesilir. Adının Bozlak Baba olduğunu söyleyen devrviş, Çakır'a "koynundaki mektubu ver" diye bağırır. Bunlar aslında Yıldırım'ın oğlu Çelebi Mehmed'in adamlarıdır; biri de sipahidir. Dövüşürler. Çakır, dervişleri ve sipahiyi öldürür. Öldürülen sipahinin adı da Çakır'dır ve üstünde Çelebi Mehmet Beğ tarafından yazılmış bir buyrultu vardır. Buyrultuda Mehmed Beğ, Çakır'ın kendi adamı olduğunu ve istediklerinin yapılmasını yazmıştır. Kağnı, bir köyün kenarında bulunan Satı Kadın'ın evine gelir. Çakır, emaneti sütanasına teslim eder. Bala Hatun'un kim olduğunu açıklar ve ona bu sırrı kimseye söylemeyeceğine dair yemin ettirir. Aradan on yıl geçer. İsa Beğ ölmüş, şehzadeler kavgasını Mehmed Beğ kazanmış, ülkede düzen kurulmuştur. Çakır da Mehmed Beğ'in sipahileri arasına girmiştir. Bilecikli bir kızla evlenmiş, Ayşe ve Fatma adlarında iki de kızı olmuştur. Sütanasının evine on yıl içinde ancak beş on defa uğrayabilmiştir. Çakır on yıl sonra sütanasının evine tekrar uğradığında, İsa Beğ'in ölüm haberini aldıktan beş altı ay sonra Bala Hatun'un öldüğünü öğrenir. Bala Hatun'un bir oğlu olmuş ve adını Murad koymuşlardır. Bala Hatun'un ölümünden sonra Murad'a Satı Kadın bakmıştır. Murad, Satı Kadın'ın oğlu Evren'le birlikte büyümüştür. Evren 12, Murad 10 yaşındadır. Köylüler, delişmenliğinden dolayı Murad'a Deli Kurt lakabını takmışlardır. Davar gütmekten dönen çocuklar Çakır Ağa'nın elini öperler. Çakır'ın giyiminden ve silahlarından etkilenirler. Sipahi olmak istediklerini söylerler. Herkes uyuduktan sonra Çakır, Bala Hatun'un mezarına gider. Ruhuna okumak üzere göğsünde taşıdığı Kur'an'ı çıkarır. O sırada Bala Hatun'un, İsa Beğ'in ve annesinin hayaletlerini görür. Hayaletler "hakkını helâl et" deyip Çakır'dan kendilerini unutmamasını, anmasını isterler. Çakır köyde kaldığı süre içinde çocuklara ok atma ve güreş talimleri yaptırır. Silme tokat atmayı öğretir. Fakat sipahi olmak için silah kullanmak yetmez diyerek köyün hocasıyla da konuşur ve çocukları derse başlatır. Köyün yakınında bir Türkmen obası vardır. Evren ve Murad obanın çocuklarıyla arkadaştırlar. Zaman zaman onlarla oyunlar oynamakta, güreş tutmaktadırlar. Çakır da çocuklarla obaya gider ve güreşlerini seyreder. Obanın çocuklarıyla güreş tutan Murad'ın ustalığını görünce heyecanlanır ve "Yaşa Osmanoğlu" diye bağırır. Dili sürçmüştür ve bu tehlikelidir. Murad'ın bir şehzade, bir Osmanoğlu olduğunu kimsenin bilmemesi gerekir. Çocuklarla konuşurken "Osmanoğlu" ile "Osman'ın oğlu” sözlerini birbirine karıştırarak hatasını telafi etmeye çalışır. Öksüz ve yetim büyüyen Murad babasını Osman, annesini Ayşe diye bilmektedir. Çakır ve çocuklar bir gün yine Türkmen obasına konuk olurlar. Çocuklar arasında at yarışı, ok atma yarışı ve güreşler yapılır. Atçılık ve okçulukta Murad (Deli Kurt) üstün gelir. Güreşte, kendisinden iki yaş büyük birine yenilmesine rağmen günün kahramanı odur. Çakır, Bursa işi güzel bir bıçağı ona ödül olarak verir. Obanın reisi olan Türkmen beği, Niğbolu ve Ankara savaşlarına katılmıştır. Hatıralarını anlatırken Çakır'a Deli Kurt'u İsa Beğ'e benzettiğini söyler. Çakır endişelenir. Aradan altı yıl geçer. Evren 18, Murad 16 yaşına girmiştir. Çakır ikisini de cebeli olarak kendi tımarına almıştır. Aydın taraflarında bir takım dervişler ayaklanmıştır. Başlarında Torlak Kemal adlı bir dönme vardır. Osmanlı padişahı Çelebi Mehmed'in buyruğuyla, Şehzade Murad'ın başçılığında 20.000 kişiyle isyancıların üzerine gidilir. Manisa civarında savaş olur, “Lâ ilâhe illallah, Baba resulullah" diye nara atan isyancılar bastırılır. Torlak Kemal'i Deli Kurt yakalamıştır. Şehzade Murad'ın huzuruna çıkarılır. Çakır endişelenmiştir. Ne olduğunu sorar. Deli Kurt da Şehzade Murad'ın adını sanını öğrendikten sonra kendisine "Adaşım! Bu yararlığına karşılık, seni yakında sipahi yaparız." dediğini söyler. 1422 ortalarıdır. Çelebi Mehmed ölmüş, İkinci Murad padişah olmuştur. İkinci Murad'ın amcası Mustafa Beğ padişahlık davasına kalkmış ve yapılan savaşlarda öldürülmüştür. Bu savaşlara da katılan Deli Kurt'a timar verilerek sipahi yapılmıştır. Sipahi olan Deli Kurt hocasının kızı Melek Hanım ile evlenmiştir. Henüz 19 yaşındadır. Yavuzluğu ile çevrede ün salmıştır. Güçlü bir pehlivandır da. Üstelik yoksullara yardım eden iyi yürekli, eli açık bir insan olmuştur. Sipahilere bir aylık izin çıkar. Çakır, Deli Kurt ve Evren, Türkmen obasına giderler. Yanında kimsesi kalmamış olan Satı Kadın da artık Türkmen obasında yaşamaktadır. Satı Kadın'ın çadırına misafir olurlar, hasret giderirler. Bir ay boyunca Türkmen çadırlarında ağırlanırlar. Obanın kenarında tatlı bir pınar vardır. Pınarın da bir hikâyesi. Bir Türkmen pınarın hikâyesini anlatır: Türkmen obasının olduğu yerde vaktiyle bir yürük çadırı varmış. Bir yürük ile karısı tek başlarına yaşarlarmış. Çocukları olmazmış. Bir gün ak sakallı bir konuk gelmiş. O gece onu çadırlarında ağırlamışlar. Ak sakallı konuk, o zamana kadar hiç yemiş vermeyen bodur bir ağaçta sallanan iri bir elmayı onlara göstermiş. Elmanın yarısını yürük, yarısını da karısı yemiş. Meğer ak sakallı adam Hızır imiş. Yürük ile karısının güzel bir kızları olmuş. Adını Gökçen koymuşlar. On beş yaşında dünya güzeli bir kız olmuş. Kendisini kim istemişse reddetmiş. Sonunda yeni evli bir şehzade ona vurulmuş. Otağını Gökçen'in olduğu yere kurmuş. Evlenelim demiş. Gökçen'in de onda gözü varmış, ama sultan (şehzadenin eşi) üzülmesin diye kabul etmemiş. Şehzade direnmiş. Sonunda Gökçen bir şart koşmuş. At yarışında kendisini yenerse onunla evlenecekmiş. Üç defa yarışmışlar; Şehzade üçünde de yenilmiş. Şehzade perişan olarak gitmiş. Gökçen de kederinden dağlara düşmüş, kimseyle konuşmaz olmuş. Bir gün Hızır gelmiş; "Ağla da dertlerin erisin" demiş. Kız ağlayamıyormuş. Hızır bodur ağacı göstererk "şu narı kopar" demiş. Koparmış. Yarısını kıza yedirmiş; "Ağla, göz yaşın her şeyi eritecek” demiş. Narın diğer yarısını da şehzadeye götürmüş ama şehzade ölmüşmüş. Gökçen o kadar ağlamış ki göz yaşlarından çorak tepenin taşları erimiş, her yer orman olmuş; pınar da onun göz yaşlarından kaynamış. Şehzadenin ölüm haberi gelince Gökçen sabaha kadar ağlamış ve sır olmuş. Her güz sevdalılar bu pınarın başına gelip sabaha kadar dua ederler, dileklerinin olması için yalvarırlarmış. Deli Kurt masalı can kulağı ile dinlemiş, âdeta ezberlemiştir. Birkaç gün sonra Çakır, Deli Kurt ve Evren timarlarına dönmektedirler. Deli Kurt'un içinde, ne olduğunu bilemediği tuhaf bir sıkıntı vardır. Tımarlarına dönen üç sipahinin daha on beş günlük izinleri vardır. Çakır'a beklemediği bir haber gelmiştir. Haberi getiren Piç İlyas adındaki bir dönmedir. Piç İlyas, birkaç dil bilen yalancı ve obur bir adamdır. Arada sırada sipahilerin hizmetini görmekte, onlardan aldığı para ve yiyecek ile geçinmektedir. Ar, namus bilmez, fakat Çakır'dan korktuğu için hırsızlık yapmaz; Çakır'ın her dediğini de yerine getirirdi. Piç İlyas'ın getirdiği haber İstanbul'dandır. Çakır, tımarını Evren'e emanet ederek Deli Kurt'u da yanına alır ve İstanbul'a gider. Piç İlyas, Marmara'da bir gemi ayarlamış, kıyafetlerini değiştirterek onları İstanbul'a sokmuştur. İstanbul'da bazı Türkler de yaşamaktadır. Hasan Çelebi'nin evine giderler. İstanbul'da ticaretle meşgul olan Hasan Çelebi, İsa Beğ'in sadık adamlarından ve Çakır'ın dostlarındandı. İsa Beğ ölmeden önce ona yüklü bir miktar para bırakmış ve bunu eşi Bala Hatun ile doğacak olan çocuğuna vermesini istemişti. Hasan Çelebi, Bala Hatun'a ancak bir defa para gönderebilmiş, şehirden şehre kaçarak sonunda İstanbul'a yerleşmişti. Fakat İkinci Murad'ın adamlari sonunda onun izini bulmuşlardı. Hasan Çelebi de bundan haberdar olmuş, İstanbul'dan ayrılıp izini kaybettirmeye karar vermişti. Çakır'a gönderdiği haber bu konudaydı. Gelip parayı almasını istiyordu. Hasan Çelebi, Deli Kurt'u görür görmez onun İsa Beğ'e benzediğini fark eder. Sanki İsa Beğ dirilmiş zanneder. Geceleyin Çakır'la görüşür ve durumu anlatır. Deli Kurt'un babasının adını Osman olarak bildiğini öğrenir. Ertesi gün, babasıyla dost olduğunu, kendisinde bir miktar parası kaldığını söyler ve parayı Murad'a (Deli Kurt'a) verir. Murad şaşırmış, “babamın parası olduğunu hiç bilmiyordum" diyerek Çakır'a bakmıştır. Çakır da "nereden bileceksin? Ben sana söylemedim ki" diyerek geçiştirmiştir. Aslında Murad şüphelenmesin diye kendisine paranın yarısını vermişlerdir. Diğer yarısını Hasan Çelebi, Çakır'a emanet etmiştir. Ertesi gün Çakır ile Deli Kurt tımarlarına dönmek üzere İstanbul'dan ayrılırlar, Piç İlyas'ın kılavuzluğunda aynı yolla tımarlarına giderler. On yıl geçmiştir. Çakır 49 yaşındadır. Evren 31, Deli Kurt 29. Artık yaşlanmış olan Satı Kadın'ı görmek için Türkmen obasına giderler. İki gece kalacaklardır. Akşam yemeği için pınara inerler. Ay doğmuş, gece olmuştur. Sipahiler Satı Kadın'a başlarından geçenleri, girdikleri savaşları anlatırlar. O sırada süzülür gibi yürüyen bir kız görürler. Bu, Gökçen Kız'dır. Satı Kadın, yüzüne bakmamaları için onları uyarır. Deli Kurt, Gökçen Kız adını duyunca yıllar önce bu pınarın başında dinlediği masalı hatırlar. Gökçen Kız yaklaşır. Deli Kurt ile göz göze gelirler. Kızın gözlerinden âdeta yeşil bir ışık saçılmaktadır. Deli Kurt göğsüne ok yemiş gibi irkilir. Gökçen Kız pınardan testisini doldurup gözden kaybolur. Dek Kurt büyülenmiş gibidir. Satı Kadın, Gökçen Kız hakkında bilgi verir: Gökçen daha çok geceleri dolaşan, gündüzleri peçe takıp gezen bir kızdır. Gözleri ağulu bir ışık saçtığı için peçe takmaktadır. İşığının değdiği insanda hayır bırakmamaktadır. Bir kişi aklını kaybedip ölmüş bir beğ oğlu da ortadan kaybolmuştur. Hayvanlar bile ondan uzak durmaktadır. Kız aslında Karaman'ın Varsak oymağındandır. Küçük yaşta babasıyla gelip bu obaya yerleşmişlerdir. Babası obadan bir kadınla evlenmiştir. Bir süre sonra Gökçen'in babası ölmüş, övey annesi bir çocukla kalmıştır. Gökçen çobanlık edip onlara bakmaktadır. Çok güzel kaval çalmakta, Yassı Tepe denilen bir yerde koca sürüleri idare etmektedir. Peri kızı veya cin olduğuna dair söylentiler vardır. Deli Kurt gece uyuyamamıştır. Kızla göz göze geldiği hâlde õlmemiş, sadece gözleri kamaşmıştır. İçinde tekrar onu görmek isteği vardır. Sabah erkenden kalkıp pınara gider. Fakat dayanılmaz bir kuvvet kendisini Yassı Tepe'ye doğru çeker. Doruğa yaklaşınca bir kaval sesi duyar. Gökçen Kız tepedeki tek ağacın gölgesine oturmuş, kaval çalmaktadır. Deli Kurt uzun süre kavalı dinler. Kıza iyice yaklaşır. Gökçen ayağa kalkar ve ona bakar. Yüzünde peçe vardır. “Güneş doğmadan yola çıkmıştın. Neden bu kadar geç kaldın?” diye sorar. Deli Kurt şaşırır. Kız niçin geldiğini sorar; Deli Kurt “gözlerini görmeğe geldim” der. Gökçen "dayanamazsın" diye cevap verir. Deli Kurt art arda sorular sorar. Gökçen'in cevapları özetle şöyledir: Gözlerini kimseye göstermeyecektir. Evleneceği erkeğe bile. Zaten her erkekle de evlenmek istemez. Ancak ok atışında, at yarışında, güreşte kendisini yenecek olan erkekle evlenebilir. Öyle bir erkek çıkarsa onu gözlerinin ışığına alıştırabilir. Susarlar. Gökçen kavalıyla bir Varsak koşması çalar. Deli Kurt bu güzellikler içinde kaybolup gider. Deli Kurt ancak akşama doğru Satı Kadın'ın çadırına döner. Yassı Tepe'den uzaklaşırken bir atlının uzaktan kendisini süzdüğünü hayal meyal hatırlamaktadır. Bu atlı oba beğinin oğludur. Akşam yemeğini çadırda yerler ve konuşurlar. Evren, Gökçen'in üvey annesine uğradığını söyleyince ilgilenirler. Neler öğrendiğini sorarlar. "Gökçen'in bir taşı varmış. İstediği zaman onunla yağmur yağdırırmış!... Gökçen'in babası ölmeden önce bir gece gizlice çadırlanına bir kadın gelmiş. Bu kadın Gökçen'in teyzesiymiş. Birkaç gün çadırda kalmış. Kimseye görünmek istememiş. Yalnız Gökçen'le konuşmuş. Ona gizli bilgiler öğretmiş. Yağmur yağdıran taşı da vermiş. Sonra yine bir gece çıkıp gitmiş. O kadının da gözleri Gökçen'in gözleri gibiymiş. Çadırda onlarla konuşurken yüzüne peçe örtermiş... Gökçen'in soyuna kendi memleketinde Tümenoğlu derlermiş."(s. 124-125). Üvey annenin söylediğine göre Gökçen'in babasını da o kadın öldürmüş. Gitmeden önce tartışmışlar. Adam kadının gözlerine bakmış ve hastalanmış. Birkaç gün sonra da ölmüş. Üvey anne bir şey daha söylemiş. Obanın başında bir felaket dolaşıyormuş; çünkü oba beğinin oğlu Gökçen'e âşık olmuş. Deli Kurt o gece de uyuyamaz Düşünceler içindedir. Gökçen'e gönül verdiğini anlamıştır. Pınarla ilgili masalı hatırlar. Sevdalılar pınara gidip su içerler, dua ederlermiş. Deli Kurt da pınara gider. Bir başkasının da dua ettiğini görür. Bu, oba beğinin oğludur. Çadıra dönerken bir kaval sesi işitir. Yassı Tepe'ye yönelirken Satı Kadın'ın seslendiğini duyar. Analığı Satı Kadın tehlikeyi sezmiş, uyanmış ve Deli Kurť u Gökçen'in yanına gitmekten alıkoymuştur. Sipahiler sabahleyin erkenden kalkarlar, analarıyla vedalaşırlar. Obadan uzaklaşırken atlarını dörtnala kaldırırlar. Deli Kurt soldaki tepeden kendilerine bakan bir atlı görür. Bu, oba beğinin oğludur. Kış geçmiş, bahar gelmiştir. Deli Kurt Gökçen'i görmeye gitmek niyetindedir. Fakat bir gün bir ulak gelir ve sefere çıkılacağı haberini getirir. Sefer Karaman üzerinedir. Akşehir önünde Karamanlılarla kısa bir çarpışma olur. İhtiyat olduğu için geriden gelen Deli Kurt savaş alanının uç bölgesinde hararetli konuşmalar duyar. Köylülerden biri Deli Kuri̇tan yardım ister. Bir yeniçeri köylülerin yaralısını alıp götürmek istemektedir. Yeniçeri ile Deli Kurt tartışır. Yeniçeri “Ben de seni Osmanlı sanmıştım. Meğer Karamanlı imişsin!” deyince aralarında vuruşma başlar. Deli Kurt iki tokat atarak yeniçeriyi öldürür. Fakat kendisi de yaralanmış ve bayılmıştır. Günlerce kendine gelemez. Köylüler onu köylerine götürmüşler ve yarasını da dağlamışlardır. Burası bir Karamanlı köyüdür, adı da Kara Salur'dur. Yeniçerinin elinden kurtardığı Karamanlı, Deli Kurt'un yanına gelir. Karamanlı 20-25 yaşlarında iri yarı bir gençtir. Bir değneğe dayanarak aksak adımlarla yürümektedir. Börkünün altından omuzlarına dökülen uzun saçları vardır. Birbirlerine geçmiş olsun derler ve tanışırlar. Yaralı Karamanlı, Varsak boyundan Tümenoğlu Balaban'dır. Varsak boyu ve Tümenoğlu soyu Deli Kurt'un dikkatini çeker. Gökçen de aynı boydan ve aynı soydandır. Tümenoğlu Balaban Deli Kurt'u obasına davet eder. Gökçen'in obası olduğu için Deli Kurt da zaten bunu arzu etmektedir. Yaraları iyileşince yola çıkarlar. Sultan Dağları, Beyşehir Gölü'nün batı yakası ve Çiçek Dağları üzerinden Şeytan Dağı'na gelirler. Balaban Deli Kurt'a Şeytan Dağı'nın masalını anlatır. Masalda şeytan, Varsak boyunun birbirinden güzel yedi kızını baştan çıkarmaktadır. Fakat yedinci kızı baştan çıkaramaz. Bunun üzerine çileden çıkar ve başını alıp bu dağa kaçar. Meğer yedinci kızın kalbi yokmuş. İki arkadaş Varsak beğinin sürülerine bakan Kara Çoban'a giderler. Geceyi orada geçireceklerdir. Çobanın yamaklarından biri koşma söyler. Koşma Şeytan Dağı'nın masalı üzerinedir. Deli Kurt çobana şeytanı aldatan yedinci kızın adı yok mu, diye sorar. Kara Çoban şöyle cevap verir: "Olmaz olur mu? Masalda da, gerçekte de kalbi olmayan bütün kızların adı Gökçen'dir!..." (s. 149). Şeytan Dağı'ndan ayrıldıktan iki gün sonra Varsak obasına gelirler. Oba, Karakuş Dağı ile Geyik Dağı arasındadır. Oba halkı küçük fakat sağlam kıl çadırlarda oturmaktadır. Konuktan çok onun Osmanlı olmasi ilgilerini çekmiştir. Deli Kurt bütün obanın konuğudur ve göreneklerine göre hangi çadırda isterse orada konaklayabilir. Deli Kurt bir öğle vakti yaşlı bir kadına konuk olur. Kadının daha önce Varsaklı görüp görmediğini sorması üzerine Deli Kurt, Gökçen'in, babasının ve teyzesinin hikâyesini anlatır. Yaşlı kadın, kızın adının Tümenoğlu Gökçen olduğunu öğrenince Balaban'la Gökçen'in kardeş çocukları olduğunu söyler. Deli Kurt meraklanmıştır. Arkadaşı Balaban'ı bulur ve ona "bizim elde bir akraban olduğunu biliyor muydun?" diye sorar. "Hayır" cevabı üzerine Gökçen ile babasını anlatır. Gökçen'in babası, Balaban'ın amcasıdır. Deli Kurt'tan her şeyi anlatmasını ister. Deli Kurt da Balaban'ın amcasının bir Türkmen kadınıyla evlendiğini, Gökçen'i bu kadının büyüttüğünü, kızın peçe ile gezdiğini anlatır. Daha sonra Gökçen'in teyzesinin geldiğini söyleyince Balaban itiraz eder; çünkü Gökçen'in teyzesi yoktur. Bu defa Balaban bildiklerini anlatır. Türkmen obasına giden teyze değil, Gökçen'in annesidir. Bu kadın aslında Varsaklı değil bir Çağataylıdır; Çağatay'ın içindeki Uygur boyundandır. Uygurlar Müslüman değillermiş ama çok bilgili kişilermiş. Bunlardan biri kendi padişahından kaçmış ve Karaman eline gelmiş; burada dirlik sahibi olmuş. Oğlu Uçkara'yı Balaban görmüş imiş. Uçkara'nın kızı da Gökçen'in annesi imiş, adı da Esen Börü'ymüş. Esen Börü, Tümenoğlu soyundan bir beğ ile evlenmiş. Bu beğ Balaban'ın amcası imiş. Esen Börü'nün güzelliği ve yeşil gözleri dillere destanmış. Amcası önce mutluymuş. Sonra ürkek ve hasta bir adam hâline gelmiş. Esen Börü de peçeyle dolaşmaya başlamış. Varsaklılar ona büyücü diye bakmaya başlamış. Fakat bir yaz müthiş bir kuraklık olmuş, insanlar ve hayvanlar ölmeye başlamış. Esen Börü elindeki yada taşıyla yağmur yağdırıp Varsaklıları kurtarmış. Daha sonra da Varsak beğinin yaralı oğlunu iyileştirmiş. Bunun üzerine kendisine saygı duymaya başlamışlar. Balaban'ın amcası ise günden güne erimiş ve sonunda obayı terk etmiş. Deli Kurt o akşam Balaban'ın çadırındadır. Yemek yemektedirler. Balaban Deli Kurt'a ayrana benzer bir içki verir. Deli Kurt içer ve başı döner. Bu içki, kımızdır. Birkaç tas daha kımız içen Deli Kurt'un başı dumanlanır. Gökçen'in annesini görmek ister. Balaban itiraz ederse de sonunda onu Esen Börü'nün çadırına götürür. Deli Kurt çadıra girer ve kadını görür. Yüzü peçelidir. Elini öper ve bir keçeye oturur. Deli Kurt kadının sesinden ve görünüşünden büyülenmiş gibidir; kendisini toparlayarak "Kızın Gökçen, bizim sancağımızda oturuyor” diyebilmiştir. Esen Börü'nün “Gökçen'i seviyorsun ama evlisin" demesi üzerine Deli Kurt ürperir. Sonra da arka arkaya sorular sorar: "İyi bildin bacım... Evliyim ve Gökçen'i seviyorum. Onunla da evlenebilirim. Dinimiz buna izin veriyor. Fakat sizin bu gözlerinizdeki ışık nedir? Niçin baktığınızı öldürüyorsunuz? Neden insanlardan kaçıyorsunuz? Gizli şeyleri nasıl biliyorsunuz? Nasıl yağmur yağdırıyorsunuz? Büyücü müsünüz? Yılanları, canavarları nasıl korkutuyorsunuz? Yoksa insan değil de peri misiniz? Ben Gökçen'e bu kadar gönül verdikten sonra ona kavuşamıyacak mıyım? Evlenirsem gözlerine bakamıyacak mıyım? Bakarsam ölecek miyim?" (s. 163). Esen Börü "ölmezsin" diye cevap verir ve devam eder: "Birbirinizi severseniz gözlerine bakarsın. Hiçbir şey olmaz. Sevgi körleşmeye başlayınca gözler ağulanır..." Esen Börü kendi soyları ve kocasıyla ilişkisi üzerine bilgi verir. Uygurlar Çağatayların atalarıdır ve kendi soyu Kamlançu'dan gelmiştir. Irkıloğlu soyundan geldikleri için gizli bilgilere sahiptirler. Yada taşı da atalarından kalmıştır. Deli Kurt Esen Börü'ye "Gökçen'i bana verecek misin?" diye sorar. Esen Börü'nün cevabı şöyledir: "Osmanlı!... Gökçen'in de sende gönlü var. İleride sevginin azalmıyacağını bilsem bu iş şimdiden olsun derdim. Birbirinize denksiniz. O çok güzel ve yiğit olduğu gibi, sen de yakışıklı ve çok yiğit kişisin. O, çoban kılığı içinde yüce bir soydan geldiği gibi, sen de sipahi kılığı içinde büyük bir beg soyundansın. Ama sonunuzu göremiyorum sipahi..." (s. 166-167). Deli Kurt izin ister, Esen Börü'nün elini öperek çadırdan ayrılır. Esen Börü "yurduna dönmeden önce bir daha uğra" diyerek ona izin verir. Deli Kurt yurduna döner. Zihninde sorular vardır. Büyük bir beğ soyundan olması ne demekti; Esen Börü sonlarını neden görememişti? Deli Kurt'un dönüşüne Çakır çok sevinir. İki ay ondan haber alamamışlardır ve neredeyse ölmüş olduğunu düşünmüşlerdir. Deli Kurt yaralandığını, köylülerin kendisini tedavi ettiğini söyleyip Çakır'ın sorularını geçiştirir. Üç gün geçer. Deli Kurt kimseye görünmeden yola çıkar ve bir gece Yassı Tepe'ye gelir. Tepeye yaklaştığı zaman kaval sesini duyar. Gökçen "geleceğini biliyordum" der ve anasının emanetini ister. Deli Kurt işlemeli bir çevreye sarılı emaneti verir. Az sonra oba beğinin oğlunu görürler. Beğ oğlu gelir ve Deli Kurta "sen evlisin, aradan çekil" der. Dövüşmeye başlarlar. Kılıçlar inip kalkmakta, Gökçen vuruşmayı seyretmektedir. Sonunda iki dövüşçü de göğüslerini tutarak toprağa düşer. Ağır yaralıdırlar. Gökçen, anasının gönderdiği emanette bulunan ilaçla ikisini de tedavi eder. Oba beğinin oğlunu çadırına götürüp geri döner. Yaralı Deli Kurt Gökçen'in dizlerinde yatmakta, onun sesini dinlemektedir. İyi ki oba beğinin oğluyla dövüşmüş ve yaralanmıştır. Yaralı olmasa Gökçen'in dizlerinde yatmayacaktır. Gökçen kaval çalmakta, Deli Kurt sonsuz bir bahtiyarlık içinde onu dinlemektedir. Sonunda uykuya dalar. Gökçen Deli Kurt'u, onun için hazırladığı çadıra taşır. Ertesi gün Gökçen tedaviye devam eder. Akşamüzeri Deli Kurt'u atına bindirip bir kuyu başına götürür. Deli Kurt'a kuyunun şifalı suyuyla yıkanmasını söyler. Kendisi de bir kovaya su doldurup oba beğinin oğluna götürür. Deli Kurt yıkanır ve ağrılarının geçtiğini hisseder. Gökçen dönmüştür. Yassı Tepe'de yalnızdırlar. Deli Kurt Gökçen'i sevdiğini söyler. Gökçen o gece gözlerini Deli Kurta gösterir. Deli Kurt'un aklı başından gider, zevkten bayılacak gibi olur. Kendinden geçerek "artık ölmek istiyorum" der. Gökçen "yaşayacaksın" diye cevap verir. Daha sonra Gökçen kaval çalar ve türkü söyler. Deli Kurt sarhoş gibidir. Kendisini Gökçen'in güzelliğine kaptırarak başka bir âleme dalar. "Uyku, baygınlık, sarhoşluk arasında bir duruma düşerek hayatının en kutlu gecesini" geçirir. (s. 193). Gökçen dizlerinde yatan yaralının başında sabaha kadar beklemiştir. Deli Kurt köyüne döner. Çakır, onun tekrar yaralandığını görünce bir şeylerden şüphelenir. Belki de bir gönül işi vardır. Fakat Çakır'ı asıl endişelendiren kimliğinin ortaya çıkabileceği ihtimalidir. Deli Kurt köyde yaşlı bir çobandan kaval dersleri alır. Kaval çalmayı öğrenir ve kırlara çıkıp kaval çalar. Gökçen, Deli Kurtun kavalını duymakta, kendi kavalının sesini de ona duyurmaktadır. Bahar gelmiştir. İkinci Murad'dan buyruk gelir. Semendire'ye sefer yapılacaktır. Osmanlı ordusu Edirne'de toplanıp yürüyüşe geçer. Sırpların başkenti Semendire kuşatılır ve Ağustos'ta şehre girilir. İlk girenler arasında Deli Kurt da vardır. Osmanlı ordusu Semendire'de iken Macarların geldiği duyulur. İki ordu Eylül ayında karşılaşır. Çakır, bölüğüne göz atarken Deli Kurt'un belinde bir kaval görünce kızar ve "Macar cengine o düdükle mi gireceksin?" diyerek bağırır. Deli Kurt'un yüzü kıpkırmızı olur. Zorlu bir savaş olur. Macarlar yenilir. Deli Kurt ortalıkta yoktur. Bütün aramalara rağmen bulunamaz. Çakır çok üzülür. Çakır ile Evren Türkmen obasına giderler; Satı Kadın'ı görürler. Satı Kadın "Deli Kurt nerde?” diye sorar. "Yoksa şehit mi oldu?" diye üsteler. Cevap alamayınca gözlerinden iki damla yaş akar; “Allah devlete, millete zeval vermesin" der. Akşam pınara giderler. Gökçen gelip "Deli Kurt'tan haber var mı?" diye sorar. Satı Kadın “Deli Kurt şehit oldu kızım" der. Gökçen güzelleşen manalı sesiyle cevap verir: "Hayır Satı Nine! Deli Kurt sağ. Uzak bir yerde kaval çalıyor." Gerçekten de Deli Kurt sağdır, Macarlar elinde tutsaktır. İmre Bator adlı bir Macar beği savaş alanından çekilirken Deli Kurt'u esir etmiş ve ülkesine götürmüştür. İmre Bator'un konağında üç yıl kalır. Önceleri bir odada hapistir. Sonra güven telkin ettiği için dolaşmasına izin verilir. Odasında devamlı kaval çalar. Üçüncü yılın sonunda Deli Kurt, Macarlar ile Türklerin savaşacağını öğrenir ve kaçar. Tuna'yı geçerek Osmanlı ülkesine varır. Niğbolu beğinin huzuruna çıkarılır ve tımarına gitmesine izin verilir. Deli Kurt köyüne gelir. Karısı Melek Hatun solmuş ve zayıflamıştır. Kızları büyümüştür. Büyük kızı Zeyneb'e genç bir köy ağası talip olmuştur. Deli Kurt, Karası sancağının (kendi sancağı) savaş için Tuna boyunda olduğunu öğrenince köyünde fazla kalmaz ve sancağına yetişmek için yola çıkar. Önce Gökçen'i görmek üzere Yassı Tepe'ye uğrar. Gökçen'in hep gölgesinde oturduğu ağaç üzerine bir takım şekiller yapıldığını görür. Aynı ağacın resmi. Ağaçtan çıkıp giden oklar biraz sonra geri dönüyor ve ağacın resmine geliyor. Deli Kurt bunun Gökçen'den bir mesaj olduğunu anlıyor. Gökçen gitmiştir, fakat tekrar gelecektir. Deli Kurt, artık iyice yaşlanmış olan analığına, Satı Kadın'a uğrar. Gökçen hakkında konuşurlar. Satı Kadın, Gökçen'in okuma yazma öğrendiğini anlatır. Gökçen, Varsak'a gittiğini ve yedi ay sonra döneceğini söylemiştir. Deli Kurt sancağına ulaşmıştır. 1443 yılının 3 Kasım günüdür. İkinci Murad ordusunun başındadır. Ordu savaşa hazırdır. Deli Kurt, Karası Sancağı atlılarıyla ordunun sol kanadındadır. İki ordu birbirine girer. Karanlık basarken ayrılırlar. Türk ordusu Sofya'ya doğru çekilmeye başlar. Sofya'da bir gece kaldıktan sonra Filibe'ye yönelir. Kış bastırmış, her tarafı kar bürümüştür. İkinci Murad orduyu İzledi Geçidi'ne götürür. 24 Aralık 1443'te Macarlar taarruza geçer. Türk ordusu yenilir. Çakır ve Evren şehit olmuştur. Şehitler arasında Türkmen beğinin oğlu da vardır. Deli Kurt, hepsinin ruhuna Fatiha okur. Deli Kurt, yaralı olarak kurtardığı Tokatlı Mehmed ile ordugâha gelir. Mehmed, Tokat Beği'ne Deli Kurt'un yiğitliğini anlatır. Tokat Beği, Deli Kurt'u İkinci Murad'ın huzuruna çıkarır. İkinci Murad onu bölükbaşı yapar. Karası Sancağı'nın bütün eşyasını o götürecektir. Çakır'ın eşyası da Deli Kurt'a verilmiştir. Deli Kurt Karası'ya döner. Yeni sancak beği tayin edilinceye kadar beğliğe vekâlet edecektir. 1444 yılının baharına gelinmiştir. Bir ay boyunca sancağı teftiş eder ve köyüne gelir. Eşi Melek Hatun hamiledir. Deli Kurt eşini ve çocuklarını Türkmen obasına götürür. Yanında Topuz Ahmed adlı genç yardımcısı da vardır. Piç İlyas da ortaya çıkıvermiştir. Obaya yerleşirler. Evren ve Çakır'ın ölümünü Satı Kadın'a söyler. Satı Kadın göz yaşları içinde Deli Kurt'u bağrına basar ve “Öz oğlumla süt oğlum şehit olduysa Allah, âhiret oğluma ömür versin.” der. Gökçen henüz dönmemiştir. Deli Kurt, Çakır'dan kalan eşyayı düzene koymaktadır. Torbalardan birkaç mektup çıkar. İkisi, İsa Çelebi'nin Çakır Ağa'ya yazmış olduğu mektuplardır. İsa Çelebi mektuplarda Bala Hatun'dan, doğacak çocuğundan, Hasan Çelebi'ye para bıraktığından bahsetmekte; "Doğacak çocuğum erkek olursa karındaşlarım onu sağ bırakmaz” demektedir. Deli Kurt, İsa'nın, Bala Hatun'un kim olduğunu düşünür. Çakır kendisine İsa adlı birisinden hiç bahsetmemiştir. Melek Hatun doğurmak üzeredir. Satı Kadın telaşlıdır. Deli Kurt'tan telaşla bir şeyler istemektedir. Bir ara bir torbadaki küçük sandığı getirmesini ister. "Bala Hatun'un sandığı, ananın sandığı" sözlerini ağzından kaçırır. Deli Kurt şaşkınlık içindedir. O güne kadar anasını Ayşe diye bellemiştir. Şimdi Satı Kadın, anasından Bala Hatun diye bahsetmektedir. Sandığı karıştırır. Burada da aynı yazıyla yazılmış mektuplar vardır. Birini okur: "Canım aziz Bala Hatun'um," "Emniyette olduğunu öğrenip Hakka hamdettim. Seni, gövdendeki canla birlikte Allah'a havâle kıldım. Oğlum doğarsa adını Murad koy. Kosova'da şehit olan dedemi bütün hânedânımdan kutlu sayarım. Duam üzerinedir. Sen de beni duadan unutma. İSA" (237). Deli Kurt allak bullak olur. Dünya başına yıkılmış gibidir. Mektubu tekrar tekrar okur. Her şey açıktır. Babası, Yıldırım Beyazıd'ın oğlu İsa Beğ'dir. Gözlerinin önünden perde kalkmış, aydınlığa çıkmıştır. Fakat bu korkunç bir aydınlıktır. Demek ki kendisi bir Osmanlı şehzadesidir. Bu, Azrail'in kılıcı altında yaşamak demektir. Deli Kurt bunları düşünürken Satı Kadın gelir ve bir oğlu olduğunu müjdeler. “Adını ne koyalim?” diye sorar. Deli Kurt gürler gibi cevap verir: “İsa olsun!” İkinci Murad tahtını oğlu Mehmed'e bırakmıştır. Piç İlyas'tan bu haberi alan Deli Kurt şaşırmıştır. Günler geçmektedir. Deli Kurt Yassı Tepe'de kaval çalıp durmaktadır. Bir akşam yine kaval çalarken Gökçen'in sesini duymuştur: "Sipahi! Beni bekle! Mutlaka bekle!” Deli Kurt ürpermiş, geriye dönüp bakarken kavalının üstüne basıvermiştir. Üç gün daha geçer. Bir ulak haber getirir. Macarlar antlaşmayı bozarak yürüyüşe başlamış, çocuk padişah Mehmed Beğ babasını ordunun başına çağırmış, İkinci Murad da Manisa'dan yola çıkmıştır. Deli Kurt da ertesi sabah erkenden obadan ayrılıp orduya katılmak üzere gidecektir. O gece Gökçen döner. Deli Kurt'a bir kaval da getiren Gökçen, anasının gelip ikisini evlendireceğini söyler. Deli Kurt geceyi, başı Gökçen'in dizlerinde geçirir. Ortalık aydınlanırken kalkar. Vedalaşırlar. Gökçen “döneceksin” der. Birbirlerine sarılırlar ve öpüşürler. Bu, Deli Kurt'un dirliği boyunca unutamayacağı bir sahnedir. "Ölürken en son anacağı an da bu an olacaktır." 9 Kasım 1944 akşamı Türk ordusu Varna önündedir. Ertesi gün iki ordu karşılaşır. Çetin bir savaş olur. Deli Kurt, ikinci Murad'ın önünde yiğitçe savaşmış, Macar kralını öldürmüştür. Gün batarken Macar ordusu yok edilmiştir. İkinci Murad Deli Kurt'u alay beğliğine yükseltir. Deli Kurt Karası'ya dönmek üzere yara bere içinde yola çıkar.. Gözünde alay beğliği, şehzadelik yoktur. Bir an önce Gökçen'e kavuşmak istemektedir. Akşam basarken Deli Kurt köyüne gelir. Evin kapısını vurur. Kapıyı Piç İlyas açar. Deli Kurt şaşırır, Piç İlyas'a bağırarak kendi evinde ne aradığını sorar. Piç İlyas kem küm ederken köyün imamı gelir. Bütün ailesinin öldüğünü söyler. Büyük bir tufan çıkmış, obada, sekiz on kişi dışında herkes sularda boğulmuştur. Topuz Ahmed ile büyücü kız (Gökçen) Küçük İsa'yı kurtarmak için canlarını dişlerine takarak uğraşmışlardır. Fakat sel üçünü de alıp götürmüştür. İmam bunları anlattıktan sonra "Allah sana sabırlar versin Murad Ağa. Büyük felâket... Günahları taşmış biri var ki, Allah bu cezayı verdi..." der. Deli Kurt, "Kim bu günahları taşan kişi?” diye sorunca da "Onu ancak Allah bilir. Ama belki de şu büyücü kızdır..." diye cevap verir. Deli Kurt'un bir gecede saçları ağarmıştır. Sabah erkenden kalkar, atına biner ve Yassı Tepe'ye gider. Tepedeki ağaç, suyu şifalı kuyu yok olmuştur. Pinara gider, birkaç yudum su içer, yüzünü serinletir, gözleri yaşarır, "Tanrım! Beni Gökçen'e tez kavuştur" diye dua eder. Bütün ölüleri anar, tekrar atına biner ve oradan uzaklaşır. Ertesi sabah Deli Kurt erkenden köyü terk eder. Yalnız köyü değil her şeyi bırakır. Tımarını, alay beğliğini, evini... Her şeyi bırakır. Kar yağmakta, ıssız ve sessiz yollar uzayıp gitmektedir. "Deli Kurt, yalnız Gökçen'le dolu olduğu halde, bu tükenmez mesâfelerde" at sürmektedir. Gece iner, karanlık yavaş yavaş her yeri örter. "Meçhul Osmanlı şehzâdesi, kendisinden önce gelen ve gelecek olan sayısız Osmanlı şehzâdesine tarihin mukadderatının çizdiği büyük ıstırap içinde, ancak kendisinin görebildiği yeşil ışıklar içinde, bütün gözlerden silinerek" kaybolur. "Artık hiçbir şey görünmüyor, fırtınanın uğuldadığı bu yolda yalnız bir atın nal sesleri ve bir insanın hıçkırıkları işitiliyordu..."
448 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.