Gönderi

Daha önce de belirtildiği gibi, kadınla erkeğin birbirlerinin gerçeklerini anlayabilecek bir arkadaşlık düzeyini gerçekleştirememiş olmalarının, çocuklarıyla olan ilişkilerine ne oranda yansıyacağını kestirebilmek oldukça güçtür. Duygusal düzeyde bir beraberliği gereğince öğrenememiş olmanın, bir sonraki kuşağa öğretilebilecekleri de çeşitli biçimlerde sınırlayacağı beklenebilir. Çocuğun ana-babasıyla olan ilişkisi, belirli öğrenme kurallarının ötesinde, yaşantı yoluyla öğrenmeyi de içerir. Özellikle taslak halindeki cinsel dürtülerin belirmeye başladığı çocukluk yıllarında doyurucu bir duygusal yaşantıdan yoksun kalma, çocuğun karşı cinsten olan ana ya da babanın beden bölgelerine yönelmesine neden olabilir. Bir başka deyişle, duygusal yoksunluk, önce ana ya da babanın beden bölgelerine, yetişkinliğe ulaşıldığında ise karşı cinsten kişilerle sevgi ve duygusal paylaşmanın eşlik etmediği cinsel beraberlikler kurma eğilimine dönüşür. Sevgi umudunun yitirilmiş olması sonucu oluşan bu eğilimlerin bilinçdışı kızgınlık duygularını da birlikte taşıması doğaldır. Bazı erkeklerin, birlikte oldukları kadına duygusal yakınlık göstermeden, hatta duygularını hiç dile getirmeden bedensel yaklaşım girişiminde bulunmalarının nedeni budur. Daha az olgunlaşmış toplum kesimlerinde bu, erkeğin kadına saldırması biçiminde bile ortaya çıkabilir. Bu tür davranışlar, geçmişte verilmeyen ve şimdi de verilmeyeceğine inanılan sevgiyi zorla alma isteğinin, bir başka deyişle korku, güvensizlik ve öfke duygularının anlatımıdır. Ama sevgiden ve paylaşmadan yoksun cinsellik sevgisizliğin yarattığı boşluğu ortadan kaldıramadığı gibi, bu tür davranışların sürekli yinelenmesi sevgiye giden yolun daha da kapanmasına ve ömür boyu sürecek bir kısırdöngünün yerleşmesine neden olur. Toplumda kadın ve erkeğin birbirine yabancılaşması süregeldikçe, birbirlerini sahip olunacak nesneler olarak değerlendirme eğilimleri de kaçınılmaz bir sonuç olarak varlığını sürdürür. Toplumun bazı kesimlerinde genç çiftlerin bunun üstesinden gelme yönünde gösteregeldikleri çaba umut verici olmakla birlikte, köklü eğilimlerin değişime uğrayabilmesi için uzunca bir süreye ihtiyaç olduğunu da kabul etmek gerekir. Çünkü bu tür bir değişim kişiliğin diğer yönlerinden soyutlanmış olarak gerçekleştirilemez. Üstelik insan davranışlarında ikiyüzlülüğü pekiştirici kuralların hala geçerli olduğu toplumlarda bireylerin bir benlik bütünlüğüne ulaşması söz konusu olamaz. Bir başka deyişle, çağdaş dünyanın gerçekleriyle ve kendi tarihsel mirasını uzlaştırıcı bir yaşam felsefesi geliştirememiş toplumların, kronolojik yaşıyla orantılı olarak olgunlaşmış bireyler üretebilmelerini beklemek bir ütopyadır!
·
41 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.