Gönderi

·
Not rated
Fight Club ve Nietzsche: Modern Maskülenlik Üzerine Derin Bir Analiz
Hayattan kopmuş erkeklerin birbirini dövdüğü, rutin ve sıkıcı hayatlarından kurtulmak için anarşiye başvurulduğu ve Tyler Durden ismindeki karizmatik karakterin bizi sayfalara kilitlediği bir yapım olmasının yanında, Fight Club oldukça felsefi konulara da değiniyor. Modern erkeğin maskülenlik kopuşu, dini değerler etkisini yitirdiği vakit sığınacağımız anlam ve bir ideolojiye aşırı bağlanma sonucu ortaya çıkan faşizm gibi konseptler, filmde oldukça etkili bir şekilde anlatılıyor. Ve filmde işlenen bu konular, filozof F. Nietzsche'nin üst insan konseptine oldukça paralellik gösteriyor. Fight Club, felsefi bir derinlik içeren bir hikaye’ye sahip. Kitap bize uyku problemiyle boğuşan, beyaz yakalı birinin hikayesini anlatarak başlar. Gün boyu yarı uyku halinde dolaşan bu kişi, aynı zamanda nefret ettiği bir işte köle gibi çalışması ve bu hayatta pek bir amacının olmaması sebebiyle, robot misali yaşamaktadır. Gittiği terapi gruplarında milletin derdini ağlayarak kurtuluş aramaya çalışsa da, hayatında bir şeyleri değiştirmesi gerektiğinin farkındadır. Fakat kolaya kaçar, kendini değiştirmek yerine evini değiştirir. Yeni baştan donattığı evi ile rezalet hayatına yenilik katmaya çalışır ve mobilyalarını yerleştirdikten kısa bir süre sonra evine döndüğünde dairesinde bir patlama yaşandığını fark eder. Fakat bu talihsiz olay sayesinde daha önce tanıştığı Tyler Durden'ın evine taşınır. Evet, Tyler Durden mobilyalara pek ilgi göstermez. Fakat karakterimiz yavaş yavaş yeni tanımaya başladığı karizmatik Tyler Durden'a hayran olmaya başlar. Çünkü kendisinin olmadığı her özelliğe Tyler Durden sahiptir. Maskülen bir aurası, entelektüel fikirleri ve kendine olan güveniyle karakterimize modern yaşamında kaybettiği maskülenliği hatırlatır. Yalnızca kendisi değil, diğer erkekler de Tyler Durden'dan etkilenmiştir ki dövüş kulübünde kendisi gibi yaşamdan kopmuş birçok erkek Tyler Durden'ın izinde yürümektedir. Peki bunca erkek neden Tyler Durden'ın peşinden gidiyordur? Çünkü Tyler Durden onların suratlarına hayatlarının acı bir gerçeğini vurur. Modern erkek maskülenliğini kaybetmiştir. Kapitalist iş yerlerinde köle gibi çalışan, mutluluğu sonsuz tüketim kültüründe arayan ve birbirlerini ağlayarak dert yarışına giren erkekler, geçmişte sahip oldukları maskülen kimliği yitirmişlerdir. Fakat fatura sadece bu erkeklere veya kapitalizme kesilmez. Baba figürü eksikliği ve aşırı koruyucu anne figürünün de bu problemde payı olduğu belirtilir. Bkz; "Biz kadınlar tarafından büyütülmüş erkekler jenerasyonuyuz, başka bir kadının gerçekten ihtiyacımız olan şey mi olduğunu sorguluyorum." Bu erkekler Tyler Durden gibi birini gördüklerinde kendi maskülenliklerinin ne kadar zayıf olduğunu fark etmekle beraber kendi potansiyellerini de fark ederler. Böylece masküleniteyi sorgulamaya başlarlar. Zaten erkeklik sorgusu film boyunca işlenmiştir. Peki Tyler Durden bu erkeklere kaybettikleri maskülenliği nasıl geri kazandırır? Varoluşundan beri yaptığımız en ilkel aktiviteyle, dövüşerek. Her ne kadar bu erkekleri birbirleriyle dövüştürmek, onların sıkıcı hayatlarında yaşamadıkları adrenalini ve katarsis misali bir rahatlamayı sunsa da Tyler Durden bu kitaptan vermiş olduğu bir demeç ile amacının erkekleri dövüştürmekten ziyade onların hayatlarındaki trajik bir gerçeği yüzlerine vurur. Bkz: "Bizler tarihin ortanca çocuklarıyız anlamımız yok, yerimiz yok, dünya savaşımız yok ve ya büyük buhranlarımız. Bizim dünya savaşımız ruhsal bir savaş. Büyük buhranımız ise hayatlarımız." Sadece Durden’ın bu şairane demeci ile modern insanda gözlediği ruhsal problemi Nietzsche uzun zaman önce fark etmişti. yüzyılda Batı medeniyetlerinde, dini değerleri sorgulamaya başlayan Nietzsche, etrafındaki Hıristiyanlara baktığında onların inandıkları ve yaptıkları arasında çelişki olduğunu fark etti. İsa'nın izinden giden ve onun ileri sürdüğü kardeşlik, iyilik ve barış gibi konseptlere inanan bu insanlarla dolu olan bir dünya nasıl bu kadar savaş, kan ve cinayetle dolu olabilirdi? Bu kadar insan inançlı ise, bu kadar günahı kim işliyordu? Nietzsche fark eder ki, dindarlar inandıkları dinin koyduğu kuralları herkesten önce kendileri yıkmıştır ve bu durumun üzerine Nietzsche “Tanrı öldü” diyerek Aydınlanma Çağı'ndan sonra dinin toplumlar üzerindeki etkisini artık kaybettiğini belirtmiştir. Peki dini değerleri reddeden bir insan hayatında hangi değerlere göre yaşamalıdır? İşte burada üst insan konsepti devreye girer. Üst insan, herhangi bir dinin, ideolojinin veya başka bir insanın koyduğu değerlere uymak yerine kendi yarattığı değerlere göre yaşayan biridir. Tyler Durden tam da bu kalıba uyar. Kendi fikirlerini kendi kutsalı ilan eden ve kendi ideallerini gerçekleştirmek uğruna her türlü değeri yıkmaya cüret eden bir karakterdir. Yalnızca kendisinin değil, diğer insanları da kendi açtığı yolda yürütebilme kabiliyetine sahiptir. Tyler Durden ile Nietzsche'nin üst insan arasındaki diğer benzerlik ise acı çekmeye karşı duydukları sempatidir. Nietzsche, bir üst insanın acıya karşı her zaman kucaklayıcı olması gerektiğini belirtir. Nietzsche’ye göre acı, kaçınılması gereken bir şey değil tam tersine iliklerine kadar yaşanılması gereken bir olgudur. Hatta bir insanın kapasitesinin acı çekmeye olan toleransı ile orantılı olduğunu belirtir. Tuhaftır ki Nietzsche'nin acıya olan bakış açısı, eleştirdiği Hristiyanlığın da acıya olan tavrına biraz benzer. Hristiyanlıkta acı çekmek, arınmaya ve günahlardan kurtulmaya giden yol iken, Nietzsche’ye göre acı çekmek, kişinin potansiyeline ulaşması ve üst insan olmaya giden yoldur. Bu ikisi de acının, insan gelişiminde önemli bir yeri olduğunu savunur. Tyler Durden’ın acı çekmeye olan tavrı da üst insan konseptiyle benzerlik gösterir. Fiziksel acının maksimumda olduğu bir aktivite yaptırmasının yanı sıra bir Bölümde dayak yerken, sanki çektiği acıdan keyif alıyordur. Hatta karakterimizin eline yakıcı bir kimyasal döktüğü vakit söyledikleri, tıpkı Nietzsche'nin bir kitabından alınmış gibidir. "Acı ve ızdırap olmadan hiçbir şeyimiz olmazdı." Filmin ikinci yarısında hem Tyler Durden’ın hem de “üst insan” konseptinin karanlık tarafıyla yüzleşiriz. Dövüş kulübüne daha fazla kişinin katılmasıyla kendine bir nevi kült inşa eden Tyler Durden, bu ordusuyla düşman bellediği kapitalist sisteme karşı anarşik saldırılar düzenlemeye başlar. Siyasileri sabote eder, zincirlenmiş markaları patlatır. Kısacası kaos ortamı yaratır. Fakat inşa etmekte olduğu yeni sistemle nefret ettiği kapitalizme benzemeye başlar. Kapitalizmin insanı robotlaştırmasından yakınır, fakat kendi inşa ettiği sistemdeki insanlar da giderek robotlaşmıştır. Tyler Durden’ın emirlerini mekanik bir şekilde uygulayan ve giderek birbirlerine benzemeye başlayan bu insanlar, belki eski yaşamlarındaki hallerinden daha maskülendir ama hâlâ birer köledirler. Hatta Tyler Durden bu işi o kadar ileri seviyeye taşır ki, tıpkı bir kapitalist gibi, bu kaotik eylemlerini farklı yerlerde gerçekleştirdiği şubeler açmaya başlar. Tyler Durden'ın inşa etmekte olduğu sistem belki kapitalist değildir, fakat faşisttir. Ve tarihe baktığımızda birçok faşist diktatör, yanlış buldukları sistemleri yıkmaya çalışırken o kadar zalimce hareket ederler ki, nefret ettikleri sistemin başka bir versiyonu olurlar. Uğruna mücadele ettikleri dava ile dünyayı daha iyi bir hale dönüştürmeye inanmışlardır. Fakat sonuca baktığımızda dünyayı eskisinden de kötü bir hale getirmişlerdir. “Üst insan” dediğimiz konsept, kendi ideallerini gerçekleştirmek uğruna din, ahlak ve vicdan gibi değerleri hiçe sayarak, hedefe ulaşmak için her yolu mübah görme felsefesine sahip olduğundan, bazı durumlarda oldukça tehlikeli sonuçlar verebilmektedir. Nietzsche de ortaya attığı bu konseptin karanlık tarafını fark etmiştir ki, bu durumla ilgili şunu söyler: "Canavarlarla dövüşen kişi kendisinin de bir canavara dönüşmemesine dikkat etmelidir. Çünkü bir uçuruma uzun süre bakarsan, o uçurum da senin içine bakmaya başlar." Arda Mehmet Güneş
Fight Club
Fight ClubChuck Palahniuk · Vintage Books UK · 19979.8k okunma
71 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.