Gönderi

Eğitim sistemimiz öğrencilerin bütün gün bir yerde oturmasını ve büyük oranda hareketsiz kalarak bir şeyleri "bilişsel" açıdan öğrenmelerini gerektirdiği için olsa gerek, hiperaktivite ve dikkat bozukluğu gibi şikâyetlerimizin ciddiyeti artıyor. Elbette klinik anlamda "aşırı hareketlilik" gibi bazı rahatsızlıklar gerçekten de var; bunlar sinir sistemindeki hareket ve dürtü kontrol sistemlerinin doğru çalışmamasından kaynaklanıyor. Ama bu klinik tabloların dışında, bugün kırk dakika boyunca bir sınıfta oturup sürekli derslere konsantre olabilsin diye çocuklarımızı ilaçla "uyuşturmayı" tercih ettiğimiz bazı garip uygulamalara da maalesef rastlayabiliyoruz. Başarıyı eğitim -daha doğrusu yüksek puan alma- başarısına endekslemek gibi anlamsız bir ön kabul neredeyse herkesi sarmış durumda. Öğrencinin etrafında, sınavlardan alınacak notları her şeyin üzerinde görüp geri kalan tüm insanî ihtiyaçları göz ardı edecek kadar gözünü karartmış bir "çevre" kültürüyle karşı karşıyayız. Sadece buraya kadar özetlemeye çalıştığım pencereden, insanın biyolojik ayarlarına kabaca bir bakacak olursak; aslında kırk dakika boyunca kapalı bir ortamda, sabit bir yerde oturabilen ve bundan rahatsızlık duymayan bir insan çocuğunun "sorunlu" olabileceğinden şüphelenmemiz gerekirdi. Zira biyolojik olarak açıkça biliyoruz ki hareketsizlik, özellikle de çocuklar için, "fabrika ayarlarımızla" hiç de uyumlu bir durum değildir. Bu basit örnek, kendimizden bazen ne kadar uzaklaşabildiğimizi, doğamıza ne denli yabancılaşabildiğimizi bize çok açık olarak gösteriyor aslında. Diğer taraftan elbette her insan, her çocuk aynı oranda harekete müptela değildir. Her açıdan olduğu gibi hareket açısından da doğuştan getirdiğimiz yahut yaşarken edindiğimiz farklılıklarımız var.
·
57 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.