Gönderi

Boyun At Kadar Olunca (!)
Ahırın avlusunda oynarken aşağıda, gümüş söğütler altında görünmeyen derenin hazin şırıltısını duyardık. Evimiz iç çitin büyük kestane ağaçları arkasında kaybolmuş gibiydi. Annem İstanbul’a gittiği için benden bir yaş küçük kardeşim Hasan’la artık Dadaruh’un yanından hiç ayrılmıyorduk. Bu, babamın seyisi yaşlı bir adamdı. Sabahleyin erkenden ahıra koşuyorduk. En sevdiğimiz şey atlardı. Dadaruh’la beraber onları suya götürmek, çıplak sırtlarına binmek ne doyulmaz bir zevkti. Hasan korkar, yalnız binmezdi. Dadaruh, onu kendi önüne alırdı. Torbalara arpa koymak, yemliklere ot doldurmak, ahırı süpürmek, gübreleri kaldırmak en eğlenceli oyundan bile daha çok hoşumuza gidiyordu. Hele tımar… bu, en zevkli şeydi. Dadaruh, eline kaşağıyı alıp işe başladı mı tıkı… tık… tık! Tıpkı bir saat gibi… Yerimde duramaz: “Ben de yapacağım”, diye tuttururdum. O zaman Dadaruh beni Tosun’un sırtına koyar, elime kaşağıyı verir: “Haydi yap”, derdi. Bu demir aleti hayvanın üstüne sürer ama o ahenkli tıkırtıyı çıkaramazdım. “Kuyruğunu sallıyor mu?” “Sallıyor.” “Hani bakayım?” Eğilirdim, uzanırdım. Ancak atın sağrısından kuyruğu görünmezdi. Her sabah ahıra gelir gelmez: “Dadaruh, tımarı ben yapacağım”, derdim. “Yapamazsın.” “Neden?” “Daha küçüksün de ondan…” “Yapacağım.” “Büyü de öyle.” “Ne zaman?” “Boyun at kadar olunca” “…”
·
45 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.