Gönderi

Anne…Ahh! Ne kederli bir kelime
Çocuktum ben, esirgenmiş bir çocuk. Hikayesi olmayan hiç bir fotoğraf yoktu duvarımda, en çok siyah beyaz olanlarla derin bir muhabbetim vardı. Bir de o yakası sökük kazağı olan çocuğun gözlerinin mahcubiyeti ile…Annesinin eteğine iki eliyle birden yapışmıştı; sanki söküklerini birleştirmek ister gibiydi. Ahh! Çocuk, bilseydin yıllar sonra o çatlak duvardan usulca odama inip beni dinleyeceğini, bilseydin eğer, ellerini bana uzatır mıydın? Senin avuçlarına doldurup tüm dünyayı, günahkarları affederdim. Şimdi sen bana içim kadar yakınken, ben en uzak yabancı kaldım sana. Çocuktum ben de bir zamanlar; esirgenmiş bir çocuk. Kulaklarımda ranzamın demirine vurulan boru sesleri çığlık gibi asılı, içini başka bir ses ile dolduramadığım koca koca boşluklar…Taş avlularla döşeli içim, denizi gören kuytu bir köşe en büyük keşfim, boyası kavlamış bir bank hatırlıyorum. Yaralı bir bank; eğri büğrü ama derince harfler kazınmış üstüne, okumayı öğrendiğimde “anne” olduğunu anlamış ve ağlamıştım o kuytu köşede. -Anne Ahh! Ne kederli bir kelime… Sonra ki fotoğraflarımda hiç sökük olmadı kazağım, ama annemin eteklerinde de olmadı ellerim. Zavallı ellerim hep bir şeyleri tutmaktan korkacaktı büyürken. Beni esirgenmek üzere bırakıp giden kadının ellerinin mayalı ekmek kokusunu anımsıyorum. Ve bir de soba sıcağı sandığım bir ısı teninde. Neydi gitmek? Gitmek benim için gözyaşımın tren camına bulaşmasıydı. Gitmek istekli bir eylem midir acaba? Yoksa zorunda kalınmış sessiz yürüyüşler midir? Bunun itirafını kimse kendine bile yapamıyordu. Kimse durup kendini dinlemiyordu. Gürültülü yaşamlar içinde herkes bir yerlere gidiyordu. Kendi içine gidilen yollar hep karanlık, hep ıssızdı. —“Hayat bu” dediler. Yaşa ve öl. Aradaki zamandan hiç bahsetmediler. Ömür nasıl çekilir; ömür nasıl bitirilir bilemedim. Öğretmediler bana, düş kalk öğren metodu düştü payıma..Dokunmanızı istemem acılarıma, dokunursanız kırılır acılarım. Dokunursanız ağlarım. Teslim olduğum zamandı, oysa benim yarınlarım dünlerimin tekrarıydı. Kırılgan anılarımı bin defa hatırlamak, onları daha hüzünlü yapıyordu. Kimi affetsem bir başkası çıkıyordu çocukluğum içinden. Ve ben büyümüş olarak hiç kimseyi affedemiyordum. Aklımda kaç ölü vardı. Ellerimde ne kadar kan bilmiyorum. Arınmam küçük bir ihtimal bile değildi. Güneşi katlayıp koydum başımın altına, yan dedim çocuk, kül olana kadar yan. Toprak olana kadar yan. İçiniz rahat etsin istemiyorum. Şimdi en derin iç çekmelerinizi duyar gibiyim. Tren camlarındaki gözyaşlarımı damlatıyorum içinize, tuzlu ve sıcak. Benden vazgeçtiğiniz gün düştüğünüz o korkunun karanlığında yolunuzu kaybetmiş olmalısınız. Kederlerin de bir sonu var. Çünkü ömrün de bir sonu var. S.KARASU
33 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.