Gönderi

Bazıları kötülükten, dertten, felaketten beslenir. Bunun sanılanın aksine kıskançlıkla pek ilgisi yoktur; kendinden daha zorda birilerini görmek ferahlatır bu insanları. Ne yazık, hayatın tadını alabilecek hasletleri yok. Refik Halid Karay, "İnsanlar yalnız kendi saadetlerini iyice duymak için başkalarının felaketlerini arar," derken tam da bundan bahseder. Uzak durmalı sevgili okur. Bir ömür yaşayıp gideceğiz; yok yılların dostuymuş yok bilmem kimmiş yok aslında iyi biriymiş. Hikâye... Var olun.
Refik Halid Karay
Refik Halid Karay
-
Mutfak Zevkinin Son Günleri
Mutfak Zevkinin Son Günleri
İnkılap Kitabevi, s.325-326 SICAK GÜNLERİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİNDEN İstanbul en sıcak yazlarından birini geçirmektedir; hem de bu sıcak fazla rutubetli olduğundan-gazetelerin de kullandığı tabirle- boğucudur; kuru ülkelerin sıcağından daha tesirli, tazyiklidir. Bereket şuracıkta güz mevsimine çok bir şey kalmadı, nihayet bir ay kadar sıkıntı çekebiliriz; arkası ılık, tatlı yağmurların serinliğidir. Bana bu sıcak günler çocukluğumun dondurmalarını, dondurmacılarını düşündürürdü ve en başta onların pîri olan Hacı Receb’i! Dükkânı nerede idi? Dükkân demeğe dil varmaz. Karaköy’de imar dolayısiyle artık izi kalmamış bulunan postanenin yanındaki geçitte, sonradan bir kumaşçı tarafından kullanılan daracık ahşap bir baraka. Etrafa ve yol kenarına mermer masalar ve adi iskemleler dizilmişti; müşteri bunlardan birine ilişir, yiyeceğini yer, hemen kalkar giderdi; ayakta sıra bekleyenlerden dolayı uzun uzun oturmaya imkân mı vardı? Esasen o devirde vakitli vakitsiz dondurma yiyen de yoktu; Receb daha ziyade muhallebi, tavukgöğsü ve limonata satardı, rağbet gören bunlardı; dondurma müşterisini azınlıklarına yabancılar teşkil eder, Müslümanlarla Türkler üşütür korkusiyle ve terli iken soğuk şeyler zararlıdır kaidesine riayetle serin limonata ısmarlarlardı, bunu bile ağır ağır içerlerdi. Receb’in azıcık da taze nane kokan, yeşil kabuklu limondan yapılmış limonatası gerçekten nefisti ve her yerdekinden on para daha pahalı idi; otuz paraya. Yanıkça kokulu halis sütten ve kırmızılığı kor renge çalan olgun vişneden mamul dondurma yirmi paraya olduğuna göre o limonata lüks sayılırdı! İkindiden sonra dükkânda yenilip içilecek şey kalmaz, kepenkler iner, masalarla iskemleler bir yana toplanır, arı kovanı uğultusu diner, el ayak çekilirdi, yani muayyen bir kazançtan sonra Receb: “Allah bin bereket versin,” der, ilerisine gitmez, kendisini yormaz, etraftaki meslektaşlarının kazanmasına imkân bırakırdı. Serveti şer’î kıvamını bulmuş olacaktı ki kalkıp hacca gitti, daha nuranî bir yüze ve maneviyatla döndü. Şekil ve şemaili de gözümün önüne geliyor: kır düşmüş sarı sakallı, malum Arnavut kıyafetinde, başında keçe külâh, sağlam yapılı, sessiz sedasız bir adamdı. Hac dönüşü bu külâhı bıraktı, etrafı işlemesiz ve bembeyaz bir “arakiye” giydi, üstüne de bir “abanî” sardı. Sonra ne oldu? Aklımda doğru kaldı ise, Birinci Dünya Harbi bu meşhur ve hususiyetli müesseseyi de silip götürdü, etrafa taklitçileri yayıldı; şimdi imar faaliyeti onları da süpürdü. Yeni İstanbul, 25 Ağustos 1958 ...
··
1 plus 1
·
189 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.