Gönderi

Müzik
"Bir kısır döngü," dedi Sabina. "Müzik gitgide daha yüksek çalındığı için insanlar sağır oluyor. Ama insanlar sağır olduğu için müziğin daha da yüksek çalınması gerekiyor." "Müzik sevmez misin?" diye sordu Franz. "Hayır," dedi Sabina, sonra şu sözleri ekledi; "ama gene de farklı bir zaman diliminde..." Müziğin karlarla kaplı uçsuz bucaksız bir sessizlik vadisinde açan bir gül gibi olduğu Johann Sebastian Bach zamanını geçiriyordu aklından. Çocukluğunun ilk yıllarından beri, müzik maskesi altında gezinen gürültü peşini bırakmamıştı. Güzel Sanatlar Akademisi'nde okuduğu yıllarda, öğrencilerden yaz tatillerinin tümünü gençlik kamplarında geçirmeleri istenirdi. Ortak mekânlarda yaşar ve hep birlikte bir çelik fabrikası inşaatında çalışırlardı. İnşaat alanındaki hoparlörden sabahın beşinden akşamın dokuzuna kadar gürül gürül bir müzik yayılırdı çevreye. Ağlamak gelirdi Sabina'nın içinden, ama müzik neşeliydi ve hiçbir yere , ne tuvaletlere ne de çarşafların altına saklanabilirdi; her şey, her yer hoparlörlerin ses alanı içindeydi. Müzik, Sabina'nın üzerine salınıvermiş bir köpek sürüsüydü sanki. O zamanlar, böylesi bir müzik barbarlığının ancak komünist dünyada hüküm sürebileceğini düşünmüştü. Ülke dışına çıkınca, müziğin gürültüye dönüştürülmesinin gezegenimize özgü bir süreç olduğunu keşfetti; insanlık bununla tarihin mutlak çirkinlik evresine giriyordu. Gelecekteki mutlak çirkinlik, kendisini ilk olarak her yerde birden varolan işitsel bir çirkinlik olarak hissettirmişti: Otomobiller, motosikletler, elektronik gitarlar, matkaplar, hoparlörler, canavar düdükleri. Her yerde birden varolan görsel çirkinlik de çok geçmeden bunu izleyecekti.
İletişim Yayınları, 41. BASKI, 2014, Çeviren: Fatih ÖzgüvenKitabı okudu
·
136 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.