Gönderi

İnsanın öldükten sonra çürümesi hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Benim uzmanlığım başkaydı. Çürümenin başka bir türü ile ilgiliydi. Bir bakışta tanıdığım çürüme, toprağın üstünde olandı. İnsan hâlâ nefes alıp verirken, kalbinde ya da beyninde küflenme ile başlayan o çürümeyi biliyordum ben. Hayat tarafından ensemden tutulup sokulup çıkarıldığım derslerde ancak o konuya kadar gelebilmiştik. Daha fazlasını bilmiyordum. Üstelik işlediğimiz son ders ölü gömmekti. Ben de oraya kadar biliyordum. Gömmeyi ve hayata devam etmeyi. Sonrası yoktu. Sonrası koca bir sırdı. Ama herkes için öyle değil miydi? Kimin umurundaydı annesinin, babasının, sevgilisinin, kardeşinin gömüldükten sonra başına neler geldiği? Kimin umurundaydı yaşarken aşık olunmuş hatta tapınılmış bütün o bedenlerin, toprağın altından nelere dönüştüğü? Ben ve dünyanın bütün sıradan insanları biz sadece gömmeye kadar olan bölümü biliyorduk. Belki biraz da, sonra da böcekler gelip yiyor diyorduk. Herkes yakılmalıydı aslında! Olması gereken buydu, en azından o zaman bilirdik, öldükten sonra ne olduğunu. Kül olup savruluyor insan derdik ve kimse aksini iddia etmezdi. Ama toprağın altı, en az üstü kadar karmaşıktı. En az üstü kadar dev bir sırdı. Nefret ediyordum doğadan! Her şeyin her şeyi yemesinden! Bütün döngünün, her şeyin her şeyi yiyerek sürüp gitmesinden nefret ediyorum. Başka türlü olamaz mıydı? Başka bir seçenek yok muydu? Bu muydu o muhteşem ve mükemmel doğa dedikleri? Bu doğayı yaratan her neyse ya da kimse, nasıl bir sadistti ki “Öyle bir düzen kuracağım ki sırf yaşamak için herkes birbirini gebertecek!” diyebilmişti. Birbirini yiyen o hayvanlar, her şeyi yiyen o insanlar, bütün cesetleri yiyen o böcekler, o böcekleri yiyen başka böcekler… Hepsinin….. diye bağırıyordum.Bu doğayı hayal edenin de, bütün bu et yiyip kan içme sahnelerine mucize deyip hepsi için şükredenlerin de……
·
87 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.