Gönderi

Babam Dağıstanlı Muhammed Fâzıl Paşanın bütün hayatına ait kendi ağzından işittiğim ve benim şahit olduğum enteresan hakiki vakaları daima aynen yazmak isterdim. Fakat bir türlü mümkün olmuyordu. Üç sene evvel geçirdiğim mühim bir hastalık sırasında şöyle düşünüyordum: Ölürsem, bu hatıralar da benimle gömülecek, diye çok müteessir olurdum. Şayet iyi olurda yataktan kalkarsam, unutmadığım ve hiç bir zaman unutamayacağım bu hakikî hatıraları yazmağa ahdettim. Fakat, Doktorum Bedri Gürbüzer iki üç sene yorulmama müsaade etmemişti. Üçüncü sene, artık ne olursa olsun, her şeye rağmen yazmağa karar verdim. Ve yazarken gözlerimin yaşı aktığı zaman Doktorun müsaade etmeyişini haklı buldum. Evet, küçük yaşımdan beri babamın karşısında oturur, anlattığı şeyleri büyük bir zevkle dinler, onun geçirmiş ve geçirmekte olduğu enteresan vakaları öğrenmek isterdim. Hayatının bir çok safhalarını kendisinden sorar, babamı söyletmeğe mecbur ederdim. Babam da bu anlattığı hâdiseleri merak ve tecessüsle dinlemekten hoşlandığımı anlamıştı. Ve küçük kafamın içinde hepsini muhafaza ettiğimin farkında idi. Çünkü, bazı yarım kalmış olan vakaları (Paşa baba, bu yarıda kalmıştı) diye ayni yerden sorardım. Babam da bu merakımdan çok memnun olur, daha tafsilâtlı ve zevkle anlatırdı. Hayatı bütün mücadele ile geçmiştir. Vakalar o kadar çoktur ki, bir yazar olmadığım için kendime has bir usul edinerek, sade bir üslup ve ifade ile vaka olarak yazmağa karar verdim. Babama ait hatıralarda hakikate mugayir herhangi bir yanlışlığa meydan vermemek için, bizzat kendim yazmayı düşündüm. Ve aynı mülâhaza ile de hiç kimseden bir fikir de almış değilim. Binaenaleyh okuyucularımın hatalarımı müsamaha ile karşılayacaklarını ümit ederim. Elimde bir kayıt olmadığı için bütün bu vakaları tarihleriyle yazmağa, tabiî muvaffak olmayacağım. Ancak, bütün bu geçen hadiseler Babamın 8 yaşından itibaren mücadeleye başlamış, 10 yaşında Kafkasya'dan Rusya'ya gitmiş ve 18 yaşında zabit çıkmış, 26 yaşında kolağası olarak İstanbul'a gelmiş ve 1882 de Bağdat'a sürgün edilmiş, 1914 te zuhur eden Birinci Cihan Harbi ile 1916 da şehadetine kadar geçirmiş olduğu hâdiselerdir. Bağdat'ta aşair ve Kürdistan ayaklanmaları o kadar çoktu ki, bunların tarihlerinin zaptı mümkün değildir. Bütün bu hadisat 1916 tarihinde sona ermiştir. Fakat, bu yazıları matbaaya vermeden evvel, bazı dostlarıma Babamın yalnız aşiretler ve aslanlarla olan hatıralarını okuduğum zaman elimde bir hatıra defteri olup olmadığını soruyorlardı. Ben de: «Bir hatıra defteri değil, mühim üç mektupla gazetelerde neşredilen Türkçe, Arapça yazı ve şiirlerden başka, hiç bir kaydın olmadığını söylediğim zaman, arkadaşlar mütehayyir kalarak bu kadar zaman sonra bütün bu vekayii unutmadan bütün berraklığı ile kafamda muhafaza ettiğime şaşıyorlardı. Bende: «Unutmak mı! Ne mümkün! Babamın bu vakaları anlatırken sesinin tonu bile hâlâ bugün konuşuyor gibi kulağımdadır. Ve yazdıkça her sözü en ufak teferruatına kadar hatırlıyorum.>> diyordum. -Evet, herhalde kendimde duyduğum bu âzim ve kuvvetin âmili babamın ahlâkını ve mücadelelerle dolu hayatını, bu kadar sene sonra herkesin okuması ve bilmesi için Cenabı Hakkın bana vermiş olduğu bir ilham neticesi olacaktır, diye cevap veriyordum.
21 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.