Platon gözüme benimle konuşmaya tenezzül etmeyecek kadar seçkin ve soylu göründüğünden, dönüp Aristoteles'e baktım,
nitekim o da hiç vakit kaybetmeden söze
girerek diyalektik tarzıyla bana ders vermeye başladı. "Söylesene sevgili Kant/ şu senin
iyi niyet diye adlandırdığın şey nedir?" diye
sordu. İşte şimdi pratik felsefemin bütün
canlılığını "tezatlık suretiyle" görünür kılabilirdim, bütün bu Yunanlıların karşımda apışıp kalmasını umuyordum. Ve şöyle dedim:
"Niyetin itkilerde, eğilimlerde veya akılcı
mülahazanın amaçlarında, yani maksatlarda
meydana gelen bütün belirleyici nedenlerinin
doğası öznel, ampirik ve içerikseldir, demek
ki bunlar öznel maksimlerden ibarettir ve
yasa değildir. Buna göre sadece duyusal mutluluk çabasına veya evlilik, zenginlik, sağlık
vesaire açısından bahtiyarlığa hizmet ederler.
Bu nedenle insan bu egoist şebekeden fera-
gat etmek ve sadece aklın biçimsel yasasına
yönelmek, başka bir deyişle bizzat kendini,
herkes için pratik bir yasa olabilecek eylem
biçiminin maksimi haline getirmek zorundadır. Bu, doğamız gereği sadece mutluluğu seven bizler için pek de hoş bir şey olmadığından bütün eğilimlerimizi yere çalmak ve sırf yasaya saygıdan dolayı eylemlerimizi nahoş, fakat hakiki bir doyuma yol açan bir ruh hali içinde gerçekleştirmek zorundayız. Yasa bizzat aklın kendisindedir, ne var ki akıl arzu karşısında fazlasıyla zayıf kalır; bu nedenic yasa sürekli kategorik buyruk olarak
çıkar karşımıza: Yapmalısın! Artık eğilimlerinin dışında, hatta egolarının kırılması nedeniyle eğilimlerinin karşısında bu yasaya göre davrananlar iyi niyetlidir ve mutlu olmaya layıktır,” diye söze başladım. Arkamdaki Yunanlıların sabırsızlandığını fark ettim ve sözlerimi şöyle tamamladım: "Bütün Yunanlılar ve benden önceki bütün filozoflar insanların eğilimlerinin hizmetkârlığını yaptı ve egoist bir mutluluk felsefesini yücelttiler; ilk kez saf niyeti ve bununla birlikte mutluluğa layık olma halini gösteren kişi benim.”
Tam o anda arkamda seslerin yükseldiğini duydum: "Bu dar kafalı kölenin burada,
sadece özgür ve soylu kişilerin bulunduğu
Olympos'ta ne işi var? Platon onu hemen
ayaktakımının bulunduğu deliğe sepetlemeyecek mi?” Fakat Aristoteles bu seslenişlere
kulak asmak yerine kupkuru bir tonda, "Eylemlerini aklın sadece biçimsel yasası üzerine kuruyorsun, öyle mi?” diye sordu.
"Evet,” dedim, "benim en büyük hizmetim budur.”
"Aklın bütün içeriksel mülahazalarını yar-
gılıyorsun, öyle mi?"
'Elbette; zira onların hepsi egoist ve am-
piriktir.” "Onlar harman dövdüğünde harekette
belli bir temel yasa gerekmez mi?” dedi Aristoteles.
"Elbette,” dedim.
"Ama çekiçle demir dövdüklerinde de
belli bir düzen ve temel yasa gerekiyor, öyle
değil mi?'
"Hiç şüphesiz öyle," dedim, "zira eylemin
nasıl gerçekleşmesi gerektiğini gösteren yasa
her defasında eylemin amacından doğar."
"Çok iyi,” dedi Aristoteles. "Peki, eğer onlar devletler için yasalar koyacak olursa, bu
yasalar, çeşitli meslek dallarının ihtiyaçlarına
ve belirli yaşamsal amaçlara göre düzenlenecek, değil mi?"
"Tabii,” dedim, "aksi takdirde akılcı olmazlardı."
"Evet, çok iyi," diyerek devam etti Aristoteles: "Şimdi, eğer birinin elinden özgürlüğünü alırsak ona karşı doğru mu davranmış
oluruz yoksa haksızlık mı etmiş oluruz?"
"Haksızlık etmiş oluruz tabii, zira her birimiz bir diğerinin özgürlüğünü elinden alacak
olsaydı bütün insanlar hapiste olurdu ve hayatın tadı tuzu kalmazdı!"
"Peki," dedi Aristoteles, "diyelim ki birisi
senin özgürlüğünü elinden almak istedi, ancak yüksek bir memur onu bunun için içeri
tıktı, yani onun özgürlüğünü elinden almış
oldu, o zaman bu yüksek memur ona karşı
doğru mu davranmış olur yoksa haksızlık mı
etmiş olur?"
"Pratik yasarmza göre doğru davranmış
olur."
"Ama aynı pratik yasaya göre haksızlık da
etmiş olur," dedi Aristoteles.
"Nasıl yani/" dedim, "o yüksek memur,
birisine izin verilen bir şey herkes için geçerli
olamaz ki!'
"Aynen," dedi Aristoteles. "Demek ki pratik yasaların evrenselliği çeşitli. Peki, onun
yüksek bir memur olduğunu ve başkasının
yapamayacağı bir şeyi yapmaya hakkı olduğunu nasıl biliyorsun? Bunlar da aklın içeriksel mülahazaları değil mi?"
"Lanet olsun," diye bağırdım, "burada çukura düştüm işte! Fakat siz Yunanlı baylar,
fazlasıyla ince ve fazlasıyla çok düşünüyorsunuz. Yeni ve saf biçimsel ahlakım sayesinde
Almanlar beni bugün bile yere göğe koyamıyorlar, oysa benim de şu an farkına vardığım gibi, saf, biçimsel, pratik temel ilkelerimi —nasıl ki harman veya demir döven birisi yaptığı işin yasasını amacından çıkarsıyorsa— eylemin maddesine veya aklın içeriğine göre düzenlemek, genişletmek veya sınırlandırmak zorunda olduğumu görmüyorlar. Fakat lütfen dürüstçe söyleyiniz sayın bilgin Aristoteles, eylemin temel yasası aklın içeriğini gözetmekten çok daha değerli ve saf değil mi?" Sinirlerimi güçlendirmek için bir tutam enfiye çektim ve enfiye kutumu uzatarak Aristoteles'e de ikram ettim, amacım onu uysallaştırmak, başka bir deyişle içinde öznel biritki uyandırmaktı. Aristoteles biraz küçümseyici bir edayla kutuyu geri çevirdi ve sözü Theophrastus'a bıraktı.