Ey iman edenler! Allah’ın size olan -şu- nimetini hatırlayın: Hani üzerinize ordular gelmişti de biz onlara -/düşmanlarınıza- karşı bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah yaptıklarınızı görendir. Onlar hem yukarınızdan hem aşağı tarafınızdan üzerinize geldikleri zaman, gözler -yılgınlıkla- kaydığı, yürekler boğazlara geldiği ve siz Allah hakkında türlü türlü şeyler düşündüğünüz zaman(*), işte orada müminler imtihan edilmiş ve şiddetli bir sarsıntıya uğratılmışlardı. Hani münafıklar ile kalplerinde hastalık bulunanlar “-Meğer- Allah ve Elçisi bize aldatmadan başka bir vaatte bulunmamışlar!” diyorlardı. Onlardan bir grup da şöyle demişti: “Ey Yesribliler -/Medineliler-! Sizin için durmanın sırası değil, dönün!” İçlerinden bir grup ise evleri savunmasız olmadığı halde(**) “Şüphesiz ki evlerimiz savunmasızdır!” diyerek Peygamber’den izin istiyordu; -savaştan- kaçmaktan başka bir şey istemiyorlardı. -Medine’nin- her yanından -kendi- üzerlerine saldırılsaydı da kendilerinden fitne -/savaş- istenseydi, şüphesiz ki hemen bunu yaparlardı(***); onunla ilgili gecikmezlerdi. Andolsun ki daha önce onlar, arkalarını dönmeyeceklerine -/kaçmayacaklarına- dair Allah’a söz vermişlerdi(****). Allah’a verilen söz sorumluluk gerektirmektedir. Ey Peygamber! Savaştan kaçmak için izin isteyenlere- de ki: “Ölümden veya savaştan kaçıyorsanız, kaçmanın size asla yararı olamaz! -Kaçsanız- bile zaten az -bir süre- yaşatılacaksınız." -Yine- De ki: “Allah size herhangi bir kötülük dilerse, sizi O’na karşı kim koruyabilir veya size herhangi bir merhamet dilerse -size kim zarar verebilir ki-!” Onlar -/verdikleri sözden dönen münâfıklar- kendileri için Allah’a karşı hiçbir dost da yardımcı da bulamayacaklardır. Allah içinizden -savaştan- alıkoyanları ve yandaşlarına “Bize gelip -katılın-!” diyenleri elbette bilmektedir. Zaten bunlar savaşa çok az gelir. -Gelseler de- size karşı cimri olarak -gelirler/çok az çaba harcarlar-. Korku geldiğinde, üzer-ler-ine ölüm baygınlığı çökmüş gibi gözleri dönerek sana bakmakta olduklarını görürsün. Korku gidince, iyiliği kıskanarak sizi sivri dilleriyle incitirler. Onlar iman etmiş değillerdir; -bu yüzden- Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmıştır. Bu, Allah’a çok kolaydır. -Münafıklar, düşman- birliklerinin gitmediğini sanıyorlardı. O birlikler -tekrar- gelse, sizin haberlerinizi -uzaktan- soracak şekilde göçebe Arapların arasında çölde olmak isterler. Zaten içinizde bulunsalardı bile pek savaşacak değillerdi. Şüphesiz ki Allah’ın Elçisinde sizin için, -yani- Allah’a ve ahiret gününe -kavuşmayı- umanlar ve Allah’ı çok hatırlayanlar için güzel bir örneklik vardır. Müminler ise -düşman- birliklerini gördüklerinde “İşte bu, Allah ve Elçisinin bize vadettiğidir! Allah ve Elçisi doğru söylemiştir.” demişlerdi. Bu -/düşman orduların gelişi-, onların ancak imanlarını ve Allah’a bağlılıklarını artırmıştı. Müminlerden, Allah’a verdikleri sözde duran nice adamlar -/yiğitler-(*****) vardır. Onlardan kimi, adağını -/Allah’a verdiği sözü- yerine getirmiştir; kimi de -yerine getirmeyi- beklemektedir. Onlar -sözlerinden- asla dönmemişlerdir. Sonunda Allah doğru olanlara, doğruluklarına karşılık -ödül- verecektir; münafıklara dilerse azap edecek veya -tevbe ederlerse- tevbelerini kabul edecektir. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir. Allah o kâfirleri, onlar hiçbir menfaate ulaşamadan öfkeleri ile geri çevirmişti. Savaş -konusun-da Allah-ın yardımı-, müminlere yeter. Allah kuvvetlidir, güçlüdür. Allah, kitap ehlinden -olup- onlara -/müşrik ordularına- yardım edenleri kalelerinden indirmiş ve kalplerine korku düşürmüştü. -Siz savaşta diretenlerin- bir kısmını öldürüyor, bir kısmını da esir alıyordunuz.(******) -Allah- onların yer-ler-ine, yurtlarına, mallarına ve ayak basmadığınız topraklar-ın-a sizi mirasçı yaptı. Allah her şeye gücü yetendir.