Gönderi

Hayat Yolda Başımıza Gelenlerdir
Mimarın birine yüzlerce, binlerce, kesilmiş, yontulmuş taş veriliyor, kendisinden bir saray yapması isteniyor. Bu öyle bir saray olacaktır ki içine giren kim olursa olsun, kendi eviymiş gibi, hangi odanın nerede bulunduğunu, hangi merdive­nin nereden nereye götürdüğünü, hangi kapı açılıp hangi kapı ka­panırsa hangi odadan hangi odaya geçileceğini bilsin; ama aynı zamanda öyle değişik, öyle ince yapılmış olacak ki bu saray, kim atarsa atsın adımını kapıdan içeri, ömrü boyunca böyle bir yer görmediğini de, göremeyeceğini de bilsin, anlasın. Yalnız, mimardan istenen bir şey daha vardır. Kendisine ve­rilen taşlar renklidir. Bu taşlan yan yana, üst üste dizerken, dizdi­rirken, aynı renkli iki taş ne yan yana gelecek, ne alt alta, ne üst üste. Koca sarayda, yalnız bir yerde, bir tek noktada, yalnız iki taş, aynı renkli iki taş yan yana düşebilecek. Mimar işe başlamış, bütün uyanıklığıyla davranarak, bütün ustalığını kullandığına inanarak bir kat taşı dizdirmiş, ikinci sıra­yı dizdirirken karşılaştığı güçlüklerden yılmış. İlk sırayı bozmuş. Bir köşesinden başlayarak yapayım demiş sarayı. Birkaç dizi taş­tan sonra başka bir köşesine geçmiş. Artık, yaptıklarını yıkmak istemediği için. Gel zaman git zaman, aynı renkte iki taşı yan ya­na koymak zorunda kalacağını her görüşünde, o parçayı bırakıp biraz ötede yeni bir duvar parçası ördürmeğe başlamış. Aynı renkte iki taşı ancak tek bir kez yan yana koyabileceği düşüncesi onu o kadar yıldırmış ki bu iki taşın buluşmasını hep "ileride ge­rekserim" diyerek ertelemiş. Günler, aylar, yıllar geçmiş böylece; artık bir ayağı çukurda, her akşamla, her sabahla son gününü, son gecesini yaşayan, yaşaması olası bir kişi haline geldiğinde bir de farkına varmış ki Bir de farkına varmış ki, korkusu içinde, yıllardan beri bütün işçileri yanından ayrılmış olduğu, gerçekte onları kendisi uzak­laştırdığı, tek başına kaldığı halde, sanki bütün işçilerinin tüke­nen sabrını kendinde biriktirerek, bütün işçilerinde tükenen kendi sabrını gönlünün gönlünde toplayarak, bütün işçilerinin gücünü kollarına aktarmağa çalışarak ördüğü parça parça duvarlar kendi­sine verilen arsanın her yerini doldurmuş. Ama hepsi ayrı duru­yor, hepsi birleştirilmeği bekliyor. Bu arada sarayı, sarayın ger­çekleştirmesi gereken koşulları aklından büsbütün çıkarmış oldu­ğu için bu duvarları birleştirmeğe, kapatmağa gücü yetse bile, ömrü yetse bile, bu bitecek yapı saraya değil, herkesin bilebilece­ği ama eşine kimsenin rastlamamış olacağı bir saraya değil, hay­vanların barınabileceği bir ahıra bile benzemeyecek. Ne saray ne yapı varmış ortada, ne de bunların düşüncesi.
Sayfa 92 - Metis
·
48 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.